11 Kasım 2013 Pazartesi

"YAŞLI GEZEGEN DİRENİYOR"

‘Yaşlı Gezegen Direniyor’
1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda, 5 Haziran “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edilmiş.
Her geçen gün insanoğlu üzerinde yaşadığı bu “yeşil gezegeni” çöle çevirmek için elinden geleni yapmakta.
Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı (WWF) Yaşayan Gezegen 2010 Yılı Raporu’nda dünyayı yakın gelecekte bekleyen tehlikelere karşı uyarmakta.
“(…) Giderek artan dünya nüfusunun gereksinimlerini karşılamak üzere, önümüzde pek çok zorluk bulunmaktadır. Bu zorluklar; kalkınma ile doğal kaynaklara yönelik sürekli talep artışı arasındaki bağlantının koparılmasının önemini vurgular. En basit ifadeyle, daha az kaynaktan şimdiki kadar, hatta daha fazlasını elde etmek için yeni yollar bulmak zorundayız. Dünyanın kaynaklarını, kendilerini yenileme hızından daha hızlı tüketmeyi sürdürmek, bağlı olduğumuz sistemleri yok etmektir. Artık kaynakları, doğanın koşullarına ve sınırlarına göre yönetmek zorundayız. (…)”
1927’de 2 milyar olan dünya nüfusu günümüzde 5 milyar artarak 7 milyara ulaşmış.
1927 yılında 14 milyon olan Türkiye nüfusu günümüze kadar geçen 85 yıllık süre içinde ise, 60 milyon kişi artarak 74 milyona gelmiş durumda.
Cumhuriyet gazetesi 5 Haziran 2012 günü verdiği Çevre Eki’nde arkadaşımız Özlem Güvemli konuyu, çarpıcı bir başlıkla vermiş:
“Nüfus Baskısı Arttıkça Dünya Felakete Sürükleniyor - Yaşlı Gezegen Direniyor.”
5 Haziran Dünya Çevre Günü artık bir kutlama değil mücadele günü. Sayısız felaket, afet ve krizle karşı karşıya olan yaşlı gezegenin insan eliyle yok edilen havası, suyu, toprağı uzun süredir her şeye karşın direniyor. Artık gezegenin geleceğini tehdit edecek boyutlara ulaşan doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltmak için dünyayı yönetenlerin somut adımlar atması, bireylerin de yaşam biçimini değiştirmesi gerekiyor. Mevcut yaşam tarzı ve tüketim alışkanlıklarının bu şekilde devam etmesi halinde insanlığın 1.5 gezegene daha ihtiyacı olacak. Yaşayan Gezegen Endeksi, son 40 yılda biyolojik çeşitliliğin küresel ölçekte yüzde 30 azaldığını gözler önüne seriyor.
Artan nüfus, daha fazla kaynak ihtiyacının ortaya çıkması ve kaynakların fütursuzca sömürülmesi anlamına geliyor. Sömürülen kaynakların başında da su ve ormanlar geliyor. Dünyada bulunan tüm suyun sadece yüzde 2.5’i tatlı su. Bunun yüzde 70’i buz ve kar halinde. İnsanoğlu sadece 200 bin kilometreküp tatlı suya erişebiliyor. Yani tatlı su talebi, arzdan çok daha fazla. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 2025 yılına kadar 1.8 milyar insanın sudan tamamen yoksun bölgelerde yaşayacağını öngörüyor.
Türkiye de artık su zengini bir ülke değil. Coğrafyamıza düşen yağışın üçte biri akışa geçmekte, akışa geçenin ise ancak yarısı kullanılabiliyor. Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı yaklaşık 3 bin 500 metreküp/yıl ile dünya ortalamasının yarısı düzeyinde. Şu an yılda 1500 metreküp düzeyinde olan kişi başına kullanılabilir su miktarı, 100 milyonluk bir Türkiye’de 100 metreküpe düşecek. Daha kötüsü, dünyada su kıtlığıyla yüz yüze olan insan sayısı bu dönemde 3 milyarı geçecek.
Türkiye’nin su yasası yok
TEMA Vakfı da Dünya Çevre Günü’nde, uzmanlarla birlikte bir Su Kanunu Tasarı Taslağı da hazırladı. Taslakta şu maddeler öne çıkıyor: “Suya erişim hakkı temel ve yaşamsal bir haktır, ayrıcalık veya öncelik tanınamaz. Su, doğal varlıktır, ticari bir mal olarak görülemez. Sularımız üstün ekosistem yararı gözetilerek tek bir yasa ile ama katılımcı bir yaklaşımla yönetilmelidir. Su aynı toprak gibi yaşamın kaynağı ve temelidir. Bu nedenle yerüstü ve yeraltı suyumuz korunmalı, verimli - ekonomik kullanımı sağlanmalı ve geliştirilmelidir. Yönetilmesi zor bir varlık olan suya hayat-hak-varlık üçgeninde odaklanılmalıdır.”

Galip BARAN, 11 Kasım 2013-Turgutreis

19 Ekim 2013 Cumartesi

Andımız'ı megafonla okudu......

Şimdi de Andımız'ı megafonla okudu

Trafik kurallarına uyulması, yerlere sigara izmariti ve çöp atılmaması gibi konularda yaptığı eylemleriyle bilinen Galip Baran, otogar kavşağı ve İskele Meydanı’nda okullardan kaldırılan 'Andımız’ı' megafonla okudu. Bodrum’un Turgutreis Beldesi’nde yaşayan Baran’a andı okurken o sırada orada bulunanlar da eşlik etti. Baran ayrıca elinde “Yeşili bekle lütfen", “Sağdan lütfen" yazılı dövizlerle yaya ve araç sürücülerine uyarıda bulundu. Baran, trafik kurallarına uyulmasına dikkat çekerken, yabancı turistlere İngilizce olarak seslendi.
Galip Baran, “Önemli olan sadece okumak, ezberlemek değil, onu özümsemektir. İçinde ’Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir’ diyor. Eğer 76 milyonu, 780 bin kilometrekareyi kendimden çok seversem suç mu? Polise, savcıya ihtiyaç olur mu?” dedi.

Haber Kaynağı: DHA

30 Eylül 2013 Pazartesi

ELGÜZELLİĞİNE "BAYRAM" GÜZELLEMESİ

ELGÜZELLİĞİNE BAYRAM GÜZELLEMESİ
DOĞU PERİNÇEK
Bayramlar, erdemlere özlem günleridir ve erdemlere özen günleri. 
İnsanlık, hiç olmazsa yılda birkaç gün, yitirdiği o eski kabile kandaşlığındaki eşitliği, paylaşmayı, dayanışmayı, toplum için fedailiği anar.
Yitirdiğimiz erdemleri anma günleri:
Bu açıdan bayram günleri aynı zamanda anma günleridir. Bütün ölülerimizle birlikte kaybedilen güzellikler de anılır. Milyon yıl ortak çıkarla yaşayan toplum, özel çıkarla bölünmüştür. 
Ama o milyon yılın sıradan hayatı, erdem katına yükselmiştir.
Bayramlar, o açıdan erdemlerin ve erdemlilerin katına ziyaret gibidir. Aslında bayramlar, hâlâ ortaklaşa hayattan izler taşıyan köylerde ve mahallelerde bayrama benzer. Bütün toplum, o gün bir araya gelir. Birbirine sarılma, kucaklaşma, el öpme, hepsi o yitirilen altın çağa hasretliğimizdir.
Erdemli yaşamanın sıradanlığı:
Erdemli insanlar için her gün bayramdır. Erdemli yaşamak, bir anma günü değil, hayatın kendisidir. Binlerce yılın toplum kardeşliğindeki erdem, sınıflara bölündüğümüz toplumda, artık doğuştan bir kazanç değildir. Firdevsî’nin dediği gibi, “Erdem, insanlarla düşüp kalkarak ve zahmetler çekerek elde edilir.” (Şahnânme, s. 78)
Toplumu sevmek, o eski kabile dayanışması çağlarında emeklemeye başladıktan sonra görülen, yaşanan ve başka türlü olması düşünülemeyen bir insan özelliğiydi. Ama özel çıkarın tahta oturmasıyla, elseverlik çile çekerek ulaşılan bir menzil oldu. Dervişlerin ve ulu kişilerin nefislerini köreltip kendilerini topluma adamaları için çile çekmeleri gerekti. Saltanat sahibi olan özel çıkarcılığa karşı koymak, artık bir isyan ya da uzlete çekilme meselesiydi. İmparatoru devirmek için bin kılıç darbesini göze alacaktınız ya da onun kolcubaşılarının ulaşamayacağı mağaralarda erdemlere erişmeyi deneyecektiniz. (O nasıl oluyorsa!)
Kendini ateşe atmak:
Bugün toplumların bayramlarda törenlerle andığı elseverlik, o ulu kişiler için sıradan olandır. Ama elsever olabilmek için, artık kendinizi ateşe atmak vardır. Yunus Emre’nin “Ben yanaram dünü günü” dediği olaydır bu. Özüne gelince bu yanmanın, o erdemli insanı, Sarayî, Gülistan’da şöyle tanımlar:
“Yanı başında altından dağ olsa bakmaz. Dünyayı seçen insan, kendisini altın için ateşe atmaz.” (Gülistan’ın Memlûk Kıpçakçasından aktaranlar: Talat Tekin ve Mehmet Ölmez, Türk Dilleri-Giriş, Yıldız Yayınevi, İstanbul 2003, s. 44)
Burada insanın kendisini ateşe atması, tartışılmaz bir güzellik olarak vurgulanıyor. Bakınız üstünlük demiyoruz, yücelik de demiyoruz. Çünkü erdemler dağarcığında bu gibi değerler bulunmuyor.
Yangından toplumu kurtarmak:
Özel çıkar için ateşe atmazsınız kendinizi; çünkü yandıktan sonra hazinelerinizin bir değeri yoktur. Ama bir anneyi düşününüz, yavrusu için yangınların içine koşan bir anneyi. Ve bütün toplumun annesi olanları. Yangından malını kurtarmak için değil, toplumu kurtarmak için alevlerin içine dalanları. Onların mutlaka bir bildikleri olmalı. Alevlerin içine koştuklarına göre, orada bir güzellik, bir mutluluk bulmuşlardır.
Erdemli olmak, özel çıkar toplumunda artık kahramanlıktır. Ama hepimizin belleğine bir miras olarak kuşaktan kuşağa kalan o eski eşitlikçi toplumun töresinde elsever olmak, günlük hayatın kendisidir.
Bayram ziyaretine babaanneme gidiyorum
Bu bayram Kemaliye Apçağa köyünde, taş ustası Adıgüzel Ağa’nın torunu babaannem Behiye Rahmiye Perinçek’in elini öpmeye gidiyorum.
1965 yılıydı. Malatya, Arapgir, Kemaliye, Elazığ, Pertek, Tunceli, Pülümür, Erzincan, Kelkit, Bayburt, Gümüşhane, Şiran, Torul güzergâhında toplumun kenarında kalan elseverlik coğrafyasında bir geziydi.
Damda yattıysanız güneş ışıkları üzerinize düştükten sonra artık uyuyamazsınız. Sabah saat beş gibiydi. Tahta merdivenden havuzun başına indim. Babaannem ortalıkta görünmüyordu. Biraz sonra sekilerin arasındaki merdivenlerden basamakları ikişer ikişer atlayarak çıktı. 77 yaşındaydı. Nereden geliyordu? Duymuş, karşıya Kırkgöz’ün oraya Kürt deveciler gelmiş. Gece kalkmış, kör karanlıkta onlara sıcak ekmek pişirmiş. Bağdan reyhan, domates, biber toplamış ve Sarıçiçek Yaylası’nda otlamış koyun sütünden yapılmış o rayihalı peynir. Hepsini bir çıkın yapmış, Kürt devecilere götürmüştü. Kırkgöz dediğiniz yine en az bir saatlik dağ yoluydu.
Gidiş dönüş iki saatten fazla.
Kürt deveciler kimdi, kimlerdendi, adları neydi, daha önce görmüş müydü? Hayır, yalnızca insanoğluydu. Onları bir daha görecek miydi? Ancak dağ dağa kavuşursa. Ama onlara sıcak ekmek pişirmek ve götürmek, insanın kendi karnını doyurması gibi sıradan bir eylemdi.
Elgüzeli olmak:
Elgüzeli olmak, babaannemden öğrendiğim bir deyimdir. Güzellikleri ele, yani halka ve yabancılara sunmak. Babam için derdi.
Elseverlik de diyebilirsiniz. Bodrum Turgut Reis’te Galip Baran “diğerkâm” diyor. İnsanın dili zor dönüyor. Gelin şuna elgüzeli veya elsever diyelim. Galip Baran ile anlaşamadığımız nokta, o birey olarak elsever olunabileceğini düşünüyor. Oysa elgüzelliğinin ocağı, örgüttür. Kabile toplumundan beri böyledir. Birey, bensever ve bencil olur, olmak durumundadır. Kişiyi elgüzeli kılan, toplumsal amaçlar için mücadele eden örgüttür.
Bir öykü
Büyük bir şeyhe “Tasavvuf gerçeği nedir” diye sordular. Şöyle dedi: “Geçmişte görünüşleri perişan ama gönülleri düzgün bir topluluk vardı. Şimdi görünüşleri düzgün ama gönülleri perişan bir kavim ortaya çıkmış.”

Bir şiir

Her kim bana ağyar (düşman) ise
Hak Tanrı yar olsun ona
Kim kançeru vurur ise
Bağı bahar olsun ona

Bana ağu (zehir) sunan kişi
Şehüdi şeker olsun işi
Kolay gele müşkil işi
Eli erer olsun ona

Acı dirliğim isteyen
Tatlı dirilsin dünyada
Kim ölümüm ister ise
Bin yıl ömür olsun ona

Her kim diler ben har (ateş) olam
Düşman elinde zar olam
Dostlar şad-ı düşmanı
Dost ma’şuk yar ola ona

Ardımca taşlar atanı
Hak tahta ağdursun (çıkarsın) onu
Yoluma kuyu kazanı
Güller nisar olsun ona

Bu Muhlis Oğlu Paşa’nın
Güldüğüm istemeyenin
Ağladığım isteyenin
Gözüm pınar olsun ona
Âşık Paşa Veli, Garipname.
Mehmet Temur’un bayramını kutlarım.

24 Haziran 2013 Pazartesi

AREL MÜHENDİSLİK PLASTİKLERİ SAN VE TİC AŞ ÜRÜN/İŞ GELİŞTİRME MD. SELÇUK ERTEKİN'E CEVAP:

GALİP BARAN’IN ÖRNEĞİ EKTE GÖRÜLEN YAZISI NEDENİYLE AREL MÜHENDİSLİK PLASTİKLERİ SAN VE TİC AŞ ÜRÜN/İŞ GELİŞTİRME MD. SELÇUK ERTEKİN’İN (S.E.) YÖNELTTİĞİ SORULARA GALİP BARAN’IN (G.B) CEVAPLARI
SELÇUK
ERTEKİN
S. E. : Nerede bu Bilinç Üniversitesi Galip Bey.
G. B. : “Tecrübi bilgi” ile kurmuş bulunduğum, (işlevi: “Para ve bilgi” ile kurulmuş olan “Bilgi Çağı Üniversiteleri”nin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak, kuruluş amacı:  Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak) olan Bilinç Üniversitesi Bodrum Turgutreis’tedir.
S. E. : Üniversitenizin tam-açık adresi nedir?
G. B. :  Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 2/F Turgutreis/Bodrum. 
S. E. : Üniversitenizin kuruluş kararı TBMM'den geçti mi?
G. B. : “Bilgi Çağı Üniversiteleri”nin kuruluş kararı bir “Bilgi Çağı” kurumu-kuruluşu olan TBMM’den geçiyor olabilir. Ancak, bir “Bilinç Çağı” kurumu-kuruluşu olan Bilinç Üniversitesi için böyle bir karardan söz etmek abesle iştigaldir.
S. E. : YÖK, üniversitenizi onayladı mı?
G. B. :  Üniversitemizi onaylamak, bir” Bilgi Çağı” kurumu-kuruluşu olan YÖK’ü aşar.
S. E. :  Üniversitenizin bir kampüsü (yerleşkesi) var mı?
G. B. :   İşlevi ve kuruluş amacı yukarıda açıklanan üniversitemizin, bir yerleşkeye ihtiyacı yoktur. 
S. E. :  Bu üniversite hangi fakültelerden oluşuyor?
G. B. :  Aynı nedenle, Üniversitemizin, “bilgi Çağı Ünivesiteleri”nin kurum-kuruluşları olan fakültelere de ihtiyacı yoktur.
S. E. :  Fakülte binaları, derslikleri var mı?
G. B. :  Aynı nedenle, fakültelere de dersliklere de ihtiyacı yoktur.
S. E. :  Üniversite Rektörünüz kim?
G. B. :   Aynı nedenle,  Rektöre de ihtiyacımız yoktur.
S. E. :  Fakültelerinizin dekanları kim?
G. B. :   İhtiyaç duyulmayan fakültelerin dekanları da olmaz.
S. E. :  Fakültelerde hangi bölümler var?
G. B. :   İhtiyaç duyulmayan fakültelerin bölümleri de olmaz.
S. E. :  O bölümlerde kaç tane Prof, Doç, araştırma görevlisi var?
G. B. :   İhtiyaç duyulmayan fakültelerin Prof, Doç, araştırma görevlileri de olmaz.
S. E. :  Allahaşkına şaka mısınız siz?
G. B. :   Şaka değil, çok ciddiyiz biz. “Bilgi Çağı Üniversiteleri”ne  zamanla  “Bilinçoloji” Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmağa, böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil, aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarını yetiştirmelerine katkıda bulunmağa;
Dahası, güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeninin kurulması için çalışmağa,  örneğin, Obama’nın mezun olduğu Harward Üniversitesi’ne bu bağlamda yardımcı olmağa hazırız.
S. E. :  Bu mail gruplarında insanlarla dalga geçmeye, zekalarıyla alay etmeye utanmıyor musunuz?
G. B. :   Yukarıdaki açıklamalardan sonra insanlarla dalga geçtiğimiz, zekalarıyla alay ettiğimiz yolundaki tanınızın değişeceğini, kullandığınız dalga, alay ve utanma sözcükleri için özür dileyeceğinizi umuyoruz.
S. E. :  Olmayan-hayali bir üniversiteyi ne tarafınızdan uydurdunuz?
G. B. :   Hakaret kokan bu sorunuzun cevabı edep sınırlarımızı aşar.
S. E. :  Bu olmayan-uydurma-hayali üniversiteyle amacınız ne?
G. B. :  Uydurma saydığınız Bilinç Üniversitesi’nin işlevi ve kuruluş amacı yukarıda açıklandı.
SON SÖZ:
Sayın Ertekin, kullandığınız dilin sivriliğine ve nahoş yakıştırmalarınıza karşın;bu vesileyle kendimizi daha iyi ifade etmemize yardımcı olduğunuz için size teşekkür borçlu olduğumuzu bilmenizi istiyoruz.
Karşı değerlendirmelerinizi bekliyoruz.
Saygılarımızla.  
24. 06. 2013
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm) Baran
*
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com
*
Bilinç Üniversitesi’nin:
(a)    İşlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak.
(b)   Kuruluş amacı:  Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eş deyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak.
***
SELÇUK ERTEKİN:
e.MAİL, selcukertekin60@yahoo.com

21 Haziran 2013 Cuma

DİĞERGAM'LIK ANDI (21 Haziran 2013)

21 Haziran 2013 Cuma

TIKLA LİNK>>

DİĞERGAM'LIK ANDI (21 Haziran 2013)

DİĞERKÂMLIK (1) ANDI
ALLAH’IM!...
Bundan böyle, KIRMIZIDA DURACAĞIMA
eş deyişle;
(A)
Aşırı tüketmeyeceğime,
Vergi kaçırmayacağıma,
Çevreyi kirletmeyeceğime,
Milli servete zarar vermeyeceğime,
Trafik kurallarını ihlâl etmeyeceğime,
Rüşvet vermeyeceğime/almayacağıma,
İmar yasasına aykırı işler yapmayacağıma,
Sağlığa aykırı alışkanlıklar edinmeyeceğime,
İş ahlakına (Ahilik İlkelerine) saygı göstereceğime,
Her şeyi devletten bekleme alışkanlığını terk edeceğime,
Bir başka deyişle, YOLSUZLUK (2) yapmayacağıma,
(B) Sayılan alanlarda yolsuzluk yapanları,SOSYAL YAPTIRIM” olarak bilinen yöntemle uyaracağıma, ayrıca,
(C) Uyardıklarıma, kendilerinin de başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını önereceğime,
(D) “Maruf’u destekleyeceğime, münker’i engelleyeceğime SÖZ VERİYORUM.

Adım-Soyadım:…………………… Telefonum :….………………. İmzam :……………..
KIRMIZIDA DURMAK:
Her türlü yanlış iş, davranış ve haksızlıktan kaçınmayı öngören, bireyi erdeme (3) yönlendiren bir kavram.
SOSYAL YAPTIRIM: 
“Kırmızıda geçmeğe kalkışanları utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak”
(1) DİĞERKÂM:
(özgeci, elci, elsever) Kendi yararından çok başkalarını düşünen; başkalarına yararlı olmaya çalışan; başkalarının iyiliği için elinden geleni esirgemeyen; başkalarına iyilik yapmayı yaşam ve ahlâk felsefesi yapan (kimse)
(2) YOLSUZLUK: 
Bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, yasaya, kurala, yönteme aykırı iş yapma. 

(3) ERDEM: 
Ahlâkın övdüğü ve ahlâklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçak gönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adı. Fazilet.

14 Haziran 2013 Cuma

DİYELİM Kİ!....

EY, AYNI GEMİNİN YOLCUSU 
BENCİL (HODKÂM) VARLIKLAR!
DİYELİM Kİ, 
BENCİL (HODKÂM) BİR VARLIK OLAN ERDOĞAN İSTİFA ETTİ.

DİYELİM Kİ, 
BENCİL (HODKÂM) BİR VARLIK OLAN KILIÇDAROĞLU HÜKÜMETİ KURDU.

HER ŞEY DÜZELECEK, ÖRNEĞİN KÜRESEL ISINMA SONA ERECEKMI?

DÜNYA DAHA YAŞANABİLİR BİR HALE GELECEK Mİ?

EY, AYNI GEMİNİN YOLCUSU, BENCİL (HODKÂM) VARLIKLAR!
SİZ DEĞİŞMEDİKÇE, SENCİL (DİĞERKÂM) BİR VARLIĞA DÖNÜŞMEDİKÇE,
HİÇ BİR ŞEYİN DÜZELMEYECEĞİNİ, NE ZAMAN İDRAK EDECEKSİNİZ?..

GALİP 
(DİĞERKÂM) BARAN

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Dünyanın "SAHİP"lerine çağrı...

DÜNYA’NIN SAKİNLERİNE DEĞİL;
“SAHİPLERİNE” ÇAĞRI
Mustafa Nevruz SINACI
            Önce, “dünyanın sahibi” konusunda anlaşalım.
Evet, nedir dünyanın sahibi? Kimdir veya kimlerdir? 
Cevabı: Çok kısa, özlü ve bütün anlamları şamil (kapsayıcı) kılacak biçimde şöyle:
“Kendisini, yaşadığı ülke, şehir yahut mahallede emanetçi, muvakkat kiracı veya ‘sıradan bir sakin’ biçiminde değil.; Aksine iştigal ettiği yer ve tüm dünyanın tamamlayıcı, bütünleyici unsuru; Bütün maddi varlıkları, manevi değer ve unsurları ile dünyanın sahibi ve sorumlusu olarak görüp; Bu idrak ve bilinçle yaşayan, “onurlu, sorumlu ve erdemli” insandır.
Ki, Yüce Yaratıcının Ahsen-i takvim üzere (en güzel, en anlamlı ve yararlı biçimde) yarattığı ve “HALİFE” sıfatını verdiği bu örnek ve önder form’a “Bilinç Çağı İnsanı” denir.
Bu minval üzere konuyu açar ve “dünyanın sahibi” sıfatını haiz yüksek varlıklardan; Topyekün (ekolojik) yaşam konusunda ilham ve irşâdlara göz atacak olursak, aşağıdaki ibret ve hikmetlerle karşılaşırız. Bu bilgi, ilim ve öğretiler, yaşamın ışığı, iyiliğin ve diriliğin ebedi kaynağıdır. Şu kadar ki: Bilcümle mükevvenatın sırrını havi ilim’in, şubeler itibarıyla tespit ve ispat olunan cüzlerinden ibaret olan bilim; Bu gerçekleri bölümlerle açıklar ve aydınlatır.
Aydın, Münevver veya en hakiki anlam ve tanımı ile “Kanaat Önderleri” özgür bilim, adalet ahlâkı ve evrensel hukuk bağlamında insanlık âlemine “gerçekleri” anlatan, açıklayan ve bizzat yaşayan yüksek varlıklardır. Buna göre ve güncel örmekleri ile aşağıdaki bilgilere bakalım. Okuyalım, inceleyelim, değerlendirelim ve tefekkür edelim…    
Dünyanın akil ve âlim adamlarından Jack Cousateau, Kriton Curi, Mark Dubois, Edward Goldsmith, Erich Fromm ve Galip Baran; “Aynı geminin yolcusu” olduklarının idraki ile dünyalıları şöyle uyarıyorlar. (Çevre: 10.06.1991)
COUSTEAU UYARIYOR!
“Denizle Hâkimi’ne tüm insanlığın kulak vermesi gerek. Kaptan Cousteau’yu tanımayan yok. Denizler Hakimi ünlü bilim adamı, ne yazık ki gelecek kuşakların yaşamları konusunda (eğer en kısa sürede önlem alınmazsa) tüyler ürperten kehanetlerde bulunuyor…
Yaşlı bilim adamı, çağdaş toplumda herkesin inanılmaz bir bencillik içinde olduğunu; yalnızca kendi rahatlarını düşünüp, gelecek kuşakları tehlikeye attıklarını söyleyen Cousteau, “kehanetlerini” şöyle açıklıyor: “ İnsan hakları, adalet ve hukuk konusunda son derece duyarlı görünen günümüz ülke idarecileri ve toplumları, kendilerinden sonra gelecek kuşaklara yaşam hakkı tanımıyorlar. ‘Benden sonra tufan’ düşüncesiyle hareket ediyorlar.
Aslında dünyamız dört milyar yıldır varlığını sürdürüyor. İnsanoğlunun dünyada bir milyon yıldır var olduğunu da biliyoruz. Dünyamız bir dört milyar yıl daha yaşayabilecek durumda. Ama biz, onun ömrünü birkaç yüzyıla kadar indirmekteyiz.
Dünyayı ve insanoğlunu tehdit eden en büyük tehlike; aşırı kalabalık; nüfus artışıdır. Pek yakın bir gelecekte dünya nüfusu 14 milyarı aşacak. Şimdi nüfusun 5,5 milyar dolayında olduğu biliniyor. Ama her 6 ayda dünya neredeyse Fransa’nın nüfusu kadar kalabalıklaşıyor, yani 50 milyon kadar artıyor. İşte dünya yüzündeki tüm kirlenme, zehirlenme, bitki ve havanların ölümü; bu kalabalığa bağlı nedenlerden ortaya çıkıyor. İnsanoğlu yalnızca kendi yaşamını, hayatta kalabilmeyi düşünüyor. Bu nedenle de hayvanlara, başka canlılara yer kalmıyor yeryüzünde… İki bin küsurlu senelerde dünyada insanoğlu tek canlı olarak kalacak. Yiyecek bulamayacak. Et gerçek bir lüks olacak. Çünkü dünyada koyun, sığır türü hayvanların kökü kazınmış olacak… Oturacak yer bulamayacak, tüm çevresi betonlarla kaplanacak. Sonuçta bitki örtüsünü de yine kendi yok edecek…
Bu nedenle kadınlara bir an önce hakları verilmeli, bilinçlendirilmeli ve az çocuk yapmaları için eğitimden geçirilmeli. Ayrıca ben, insanların; yaşlılık ve gelecek korkusu için çok çocuk yaptıklarına inanıyorum. Bu geleceği güven altına alırsak, çok çocuk yapmaktan vazgeçeceklerdir.
  
DÜNYANIN SAHİPLERİNE ÇAĞRI:
NÜKLEER SANTRALLER
Mustafa Nevruz SINACI
İnsanoğlunu ve dünyayı bekleyen bir başka korkunç tehlike de, nükleer santraller. Bu gün bilim ne kadar ilerlemiş olursa olsun, insanlar; atom çekirdeğinin parçalanmasıyla elde edilen enerjiyi üreten nükleer santralleri henüz denetim altında tutamıyorlar. Böylece de bu santraller Çernobil’de görüldüğü gibi, korkunç bir tehlike yaratıyorlar… O halde, teklifimiz; tümüyle denetim altında tutmayı başarmadan, bu santrallerin tüm dünyadan kaldırılması. İşte bu amaçla BM’e; geleceğin kuşaklarına yaşam hakkı tanınması için başvuruda bulunduk.
Böylece bütün dünyada kampanyalar başlatılmasını ve bir an önce önlem alınması için girişimde bulunulmasını sağlayacağız. Gelecek kuşakların temiz ve yaşanacak bir dünyaya hakları olduğunu düşünüyoruz. Bunun için de her ülke insanının kendi çevre bakanlıklarına başvurarak; bu konuda bize destek sağlamaya çalışmasını bekliyoruz. Ancak bu sayede dünya ve insan nesli kurtulabilecektir. (Kriton Curi)
DÜNYA(LILARA)YA ÇAĞRI!
Ülkelerin çevresel istismarlarının durdurulması için bir çağrı kampanyası başlatıldı. 1992 yılında Brezilya’da toplanacak olan BM Çevre Konferansı’na sunulmak üzere uluslar arası düzeyde yürütülen imza kampanyasının öncüsü: BÜ Öğretim üyelerinden Kriton Curi. Kampanyanın metni ise şöyle: “Biz bu yazıyı imzalayanlar çevre kirliliğinin gezegenimizi tehdit eden en önemli tehlikelerden biri olduğunun bilinciyle, çevre kirliliğinin; ülke sınırı, ırk, din ayrımı tanımaksızın tüm insanlığı etkilediğini hatırlatarak.; Hükümetlere, BM’e ve tüm insanlara seslenir ve ülkeleri; “kirli endüstriler” ve zararlı madenler ihraç ederek, başka ülkelerin çevrelerinin istismarına son vermeye davet ederiz. Bu amacın gerçekleşmesi için:
(a)   Herhangi bir ülkede kurulması düşünülen yabancı bir endüstri, bu ülkedeki çevre ve halk sağlığının korunması ile ilgili mevzuatın yetersizliğinden yararlanmayıp; kurulacak endüstri merkezinin bulunduğu veya kurulacağı ülkede alınması öngörülen önlemlerin en ciddilerini uygulamaya mecbur tutulmalıdır.
(b)   Hiçbir ülkede, üretilen ürünlerin, diğer bir  ülkeye ihraç edilebilmesi için gereken tüm şartlar yerine getirilmeden ihracata izin verilmemelidir. Bir ülkede kullanımı yasaklanmış olan ürünlerin diğer ülkelere ihracatı kesinlikle önlenmelidir. (Figen Atalay / 26.7.1993/ Cumhuriyet) Çevreci Mark Dubois, herkesin kendine sorması gereken soruyu haykırıyor.
‘Dünya için ne yapabilirim’
“Kim demiş dünyayı değiştiremezsiniz diye, bir tek insan bile dünyayı değiştirebilir.” Bu cümle , Dünya Günü 1990’ın sloganıydı. Bu özel günün düzenleyicilerinden nehir uzmanı ve çevreci Mark Dubois, dünya üzerinde yaşayan herkese benzer bir çağrıda bulunuyor: Dünyaya zarar vermeden onun üzerinde nasıl yaşayacağımızı öğrenmeliyiz. Herkes, aynaya bakarak , ‘ben ne yapabilirim’ sorusunu kendisine sormalıdır.”
Dünya Günü’nün uluslararası etkinliklerini koordine eden Mark Dubois, daha sonra çokuluslu kalkınma bankalarının 30 milyar dolarlık yıllık kredi kullanımını daha çevreci ve toplumsal alanlara kaydırabilmeleri amacıyla uluslar arası baskı oluşturan, dünya üzerindeki çevreci, toplumsal ve ekonomik gelişmeden yana resmi olmayan kuruluşlarla iletişim kurmaya çalışan kişilerden biri.
Mark Dubois kararlı, “Dünya üzerinde bir ya da iki çılgın insanın tek başlarına gerçekleştirdikleri pek çok önemli değişiklikler vardır. Bu da insanların tek başlarına neler yapabileceklerinin göstergesidir.” diyor. Çoruh Nehri üzerinde düzenlenen raftinge katılan Mark Dubois ile ABD’ye dönmeden önce İstanbul’da kaldığı Mozaik Otel’de görüştük.
Yaşamı nehirlerle ve çevre etkinlikleriyle geçen, bireylerin çevreyi değiştirmek üzere harekete geçmelerini sağlamaya çalışan Dubois, dünyanın geleceğine ilişkin umutlarını henüz yitirmemiş. “Dünya Günü’ne katılımlar, büyülü ve harikulade güzel olan Çoruh Nehri üzerinde rafting yapmak ve bu umudun nedenlerinden bazıları” diyor. 

DÜNYANIN SAHİPLERİ’NE ve
TÜM DÜNYAYA SESLENİŞ
Mustafa Nevruz SINACI
Dubois’e göre, insanlar artık çevre sorunlarını bilincinde ama harekete geçmekte oldukça yavaşlar. Çünkü “Ben tek başıma ne yapabilirim ki? Hiç kimse bir şey yapmıyor, benim yapmamın da anlamı yok” diyerek, elini kolunu bağlayıp öylece oturmak kolay. Bu nedenledir ki, umutsuzluğun, kötümserliğin her zaman kazançlı çıktığını söylüyor…
Dubois şöyle devam ediyor: “İyimserlik ve umutlu olmak ise her zaman kazançlı çıkmaz belki, çünkü zor olan budur. Sorunlarla mücadele etmek, savaşmak, tek başına da yapılabilecek şeyler olduğunu düşünerek harekete geçmek kolay değildir ama yapılması gereken budur. Dünyada bir ya da iki çılgın insanın tek başlarına gerçekleştirdikleri pek çok değişiklik vardır. Bu da insanların tek başlarına neler yapabileceklerinin göstergesidir.”
Tüm dünyaya sesleniyor
Mark Dubois, çevre konusunda en önemli sorunun insanların harekete geçmemesi olduğunu ve bunun dünya üzerindeki tüm ülkelerde yaşandığını söylüyor. Dünyanın her yerinde benzer sorunların yaşandığını, örneğin ozon tabakasının delinmesinin tüm dünyayı tehdit ettiğini vurguluyor. Peki, o zaman ne yapmalı? Dubois, yalnızca Türklere değil, tüm dünyalılara sesleniyor:
“Herkesin ‘dünya ile yaşamayı nasıl öğrenebilirim’ sorusunu sorması gerekli. Yaşarken dünyayı parça, parça öldürüyoruz. Dünya giderek kirleniyor. Ona daha nazik davranmayı öğrenmeliyiz. Örneğin Kaliforniya’da yaşayan bir çiftçi artık yeraltı sularını zehirli oldukları için kullanamıyor. Çocuklarımıza zehirli gıdalar yedirerek yaşamlarını çalıyoruz. Buna hakkımız yok. Birbirimizle savaşarak çok zaman kaybettik. Örneğin bir sanayicinin üretimini ve tarzını beğenmeyebiliriz. Ama sorunlar karşısında onunla birlikte çalışmayı denemeli, bunu öğrenmeliyiz. Dünya üzerindeki ortak geleceğimiz için birlikte mücadele etmeliyiz. Kuşlar birlikte uçarak hem daha çok enerji sağlıyor hem de daha uzaklara ulaşabiliyorlar. Biz de birlikte savaşmalıyız. Meyve yalnızca ağacın dalının ucunda. Elimiz kolumuz bağlı oturursak meyveyi yiyemeyiz. Yerimizden kalkıp, ağacın dalına uzanırsak meyveyi tadabiliriz.” (31 Mart 1991/ Cumhuriyet Dergi)
Edward Goldsmith’in: 
Beş bin günde dünyanın kurtuluşu
Uluslar arası ekolojist hareketin belli başlı öncülerinden Edward Goldsmith’in son kitabı “yerküreyi kurtarmak için beş bin gün” daha şimdiden 300 binlik uluslar arası bir satış rakamına ulaşmış durumda. Dünyanın en etkin çevrecilik dergisi “Ekolojist”i 1970 yılından bu yana yayımlamayı sürdüren Edward Goldsmith’in, kitabında ana hatlarını çizdiği ‘dünyayı kurtarma programı’nın temelinde insanoğlunun yaşam tarzını kökten bir biçimde değiştirmesi anlayışı yatıyor. Goldsmith’in planı, dünyanın karşı karşıya bulunduğu üç ana tehlikenin belirlenmesiyle işe başlıyor: 1990 yılının yazı, 1880’den bu yana yaşanan en sıcak yaz idi; Basra Körfezindeki kirlilik oranı, yerküre için bir ‘rekor’du; dünyada her yıl yok edilen orman alanı da Fransa yüzölçümünün yarısı kadardı…
İşte bu ‘durum tespiti’; Üç acil önlem paketini gündeme getiriyordu: Ozon tabakasını delen klorflorokarbon (CFC) gazının lanetlenmesi; okyanusları kirleten toksik atıkların durdurulması; uluslararası bir ağaçlandırma seferberliği…
“Eğer örgütlenirsek, daha az tahripkâr bir yaşam biçimi yaratabiliriz” diye düşünen Edward Goldsmith, böyle bir hedefe ulaşabilmek için, insanların hem hükümetleri denetim altında tutup hem de kendi, kendine yeten küçük birimler halinde organize olarak sonuca varabileceklerini öne sürüyor. Tek gerçek demokrasinin, ancak küçük çaplı örgütlenmelerle yaşayabilen bir demokrasi olduğunu dile getiren Goldsmith, insanların devlet kurumlarına ve büyük kuruluşlara bel bağlamakla yetinmemelerini öğütlüyor…
Bazıları bunun bir ütopya olduğunu düşünüyorlar; fakat bana sorarsanız, esas gerçekdışı olan, bizim şu andaki yaşam biçimimizdir.

DÜNYANIN SAHİPLERİNE ÇAĞRI:
ERİCH FROMM VE GALİP BARAN
Mustafa Nevruz SINACI
İnsan davranışları üzerine çalışmalarıyla ünlü Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde, diğerkâmlık (sencillik) ve egoizm (bencillik) olarak tanımladığı iki temel özelliğiyle (ilkesiyle) ilgili görüşlerini aşağıda görüldüğü şekilde açıklıyor: 
“Sahip olmak” ilkesine sahip insan; mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye sahip olmak, onları ele geçirmek, kendine mal edip, onlara egemen olmak, dilediğince, içinden geldiğince kullanmak ister. Bu sahip oluşların ve sahip olma isteğinin sonu yoktur.
“Olmak” ilkesine sahip insan ise; hiçbir şeyi elde etmeye ya da kendine mal etmeye, şöhret ve iktidara sahip olup insana egemen olmaya kalkışmaz. Bu ilke insanın bizzat kendi şahsiyet, haysiyet ve karakterini yükseltir, geliştirir. Evrimleşir, diğer insanları sever. İşte, sözcüklerle anlatılamayan, yaşanılan, hissedilen bir özelliktir bu ilke.
Dünya düzeni “sahip olmak” üzerine kurulduğu nedenle, insan ve değerleri, yerini makinelere ve ekonomik gelişmenin çarklarına bırakmıştır. Bilim, teknik ilerlemiş, ama bunlar kendi yararına kullanılmadığı için, insan bir araç haline dönüşmüştür. 
Çözümün ilk ve tek şartı, “sahip olmak” ilkesinden “olmak” ilkesine geçmektir. 
Yeni bir insan,  yeni bir toplum oluşturmaktır…
Eserin çevirisi yapan Aydın Arıtan, Fromm için şöyle diyor:
Erich Fromm, yazdıklarına ve savunduğu fikirlere uygun yaşayan ender insanlardan birisiydi. Para da, mal da ve şöhrette gözü olmayan, mütevazı yaşantısıyla dikkati çeken Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak”ı tam beş kez yeniden yazmıştır. Kendisine, “Yeni Çağın Peygamberi” denilmesinden hoşlanmayan Fromm, sorunları ve çözüm yollarını göstererek, tıpkı İsa’nın geleceğini bildirip, onun yolunu hazırlama görevini üstlenen Nasıralı Yahya gibi gelecekteki müjde ve felaketi işaret görevini başarıyla yerine getirmiştir…
Erich Fromm, Yunus Emre, Mevlâna ve diğer evrensel “Kanaat Önderleri” arasında, halen yaşayan ve aramızda dolaşanların belki de sonuncusu; Bilinç Üniversitesi’nin kurucusu Galip Baran; Bakınız kendisini, dava, istikamet ve misyonu’nu nasıl açıklayıp, tanımlıyor:
SORUN: BENCİLLİK
ÇÖZÜM: SENCİLLİK… 
“Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığım ve okul dışı eğitim olarak tanımladığım, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığım, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren, beni bilinçlendiren çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti. “Bencillik”ten (sadece kendimi düşünmekten ve sadece kendim için yaşamaktan, yani hodkâmlıktan) kurtuldum. “Sencillik” (başkalarını düşünme, başkaları ‘halk’ için yaşama diğerkâmlık) ilkesini özümsedim. Böylece Erich Fromm gibi yaşamağa başladım…
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm) Baran
Galip Baran’ın kuruluşuna öncülük ettiği ve bu gün, ülkemizin “dijital ortamda” üç ayrı WEB sitesi marifetiyle dünya çapında eğitim-öğretim ve yayın faaliyetini aralıksız ve istikrarla, başarıyla sürdüren Bilinç Üniversitesi’nin:
İşlevi:
“Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak.
Kuruluş amacı: 
Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eş deyişle, “dünyevi değerlerin” yerini “uhrevi değerlerin” aldığı bir dünya düzeni kurmak. (bitti) 

13 Şubat 2013 Çarşamba

Büyük Türk Milleti ve Sevgili Turgutreis Halkına!..


EY TÜRK MİLLETİ !...

EY TURGUTREİS’LİLER!..
EY TÜRK MİLLETİ!..
 
Bu mektubu, aşağıda açıkladığım hastalıktan kurtulmak, sağlığıma kavuşmak, daha açık deyişle, sizler gibi sağlıklı bir insan olmak için yazıyorum…

Özellikle senin gibi; “Sayın Başbakan” senin gibi sağlıklı olmak, devletin malını deniz misali kullanmak, bal tutunca parmak yalamak, parayı verip düdük çalmak, sonra da yan gelip yatmak istiyorum…

Bana bu konuda yardımcı olan sağlıklı insana Bodrum- Turgutreis’deki dubleks evimi bağışlayacağıma söz veriyorum…

HASTALIĞIM:
Sokaklarda, kamusal yani Türk Milleti’ne ait alan da çöp, izmarit ve değerlendirilebilir atıkları topluyor; Kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl ederek yolsuzluk yapanları, ekmek ve benzeri yiyecekleri elle seçenleri uyarıyor; Poşet ve pet şişe kullanımına ve tüketim çılgınlığına son vermek için gece gündüz demeden, var gücümle çalışıyorum.

Örneğin; Ferit Şahenk’e, önceki Meclis Başkanlarında Köksal Toptan’ın “TBMM Hizmet Ödülü” verdiği Doğuş Grubu ve Total Benzincisi gibi firmaların kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alanatecavüz ederek yaptıkları yolsuzlukları önlemek için adeta “düşük yoğunluklu” bir savaş veriyorum…

YAPTIĞIM EN SON İŞ: 
Turgutreis-Turistik Çarşı’da faaliyette bulunan “Hazar Unlu Mamulleri İşletmesi’nin”, bu yıl da, yaya yoluna koyduğu masa ve sandalyeler ile yaya geçişini engellemeye teşebbüsle, kamusal yani Türk Milletine ait alana tecavüz ederek yaptığı yolsuzluğu önlemek oldu…

Başımda Türkiye yazılı bir kırmızı şapka ile ve megafon kullanarak; İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Çanakkale, Tekirdağ, Yalova, Bursa, İnegöl, Eskişehir, Konya, Çorum, Bodrum, Ayvalık, Milas, Marmaris, Fethiye, Edremit gibi il ve ilçelerde, kamusal, yani “Türk Milleti’ne ait” alanda yapılan yolsuzlukları önlemek için;, yürüttüğüm uygulama ve faaliyetlerde “Çalışmanın En Yücesi Ulus için Olanıdır, Kemal Atatürk”, “Sorun Bencillik Çözüm Sencilik”, “Yurdu ve milleti özden çok sevmek ilkesi” yazılı önlükleri giyiyorum…

Türkiye’yi, “borç alanın emir de alacağı” anlayışıyla, dış borç yükünden kurtarmak için etkin ve yoğun bir kampanya başlatmak istiyorum. Bu konuda yaptığım başvuruya hala cevap bekliyorum…

SONUÇ OLARAK: 
Geleceğin; “Çevrenin kirletilmediği, tüketim çılgınlığının sona erdiği, trafik kurallarının ihlâl edilmediği, sağlığa aykırı alışkanlıkların edinilmediği, verginin kaçırılmadığı, rüşvetin alınmadığı/verilmediği, milli servetin korunduğu, iş ahlakına özenle riayet edilerek saygı gösterildiği,; İmar Yasası’na aykırı işlerin yapılmadığı, her şeyin devletten beklenmediği, yolsuzlukların sona erdiği Türkiye’sini inşa etmek için, varımla, yoğumla çalışıyorum…

AYIPTIR SÖYLEMESİ: 
Yukarıda sözü edilen çalışmaları finanse edebilmek için; (a) İstanbul Ataköy’deki evimin (4. Kısım, O-141 Blok, Daire 6) satışından elime geçen 90 bin TL ve (b) Ziraat Bankasından, emekli maaşımdan borçlanarak aldığım 15 bin TL’yi harcadım…

Sözümü; sağlığıma kavuşmama yardımcı olana Bodrum- Turgutreis’deki dublex evimi bağışlayacağımı tekrarlayarak ve bu mektubu dağıtma lütfunda bulunanlara teşekkür ederek bitiriyorum… 13 Şubat 2013

Saygılarımla…
Galip Baran
Tel: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76