30 Eylül 2013 Pazartesi

ELGÜZELLİĞİNE "BAYRAM" GÜZELLEMESİ

ELGÜZELLİĞİNE BAYRAM GÜZELLEMESİ
DOĞU PERİNÇEK
Bayramlar, erdemlere özlem günleridir ve erdemlere özen günleri. 
İnsanlık, hiç olmazsa yılda birkaç gün, yitirdiği o eski kabile kandaşlığındaki eşitliği, paylaşmayı, dayanışmayı, toplum için fedailiği anar.
Yitirdiğimiz erdemleri anma günleri:
Bu açıdan bayram günleri aynı zamanda anma günleridir. Bütün ölülerimizle birlikte kaybedilen güzellikler de anılır. Milyon yıl ortak çıkarla yaşayan toplum, özel çıkarla bölünmüştür. 
Ama o milyon yılın sıradan hayatı, erdem katına yükselmiştir.
Bayramlar, o açıdan erdemlerin ve erdemlilerin katına ziyaret gibidir. Aslında bayramlar, hâlâ ortaklaşa hayattan izler taşıyan köylerde ve mahallelerde bayrama benzer. Bütün toplum, o gün bir araya gelir. Birbirine sarılma, kucaklaşma, el öpme, hepsi o yitirilen altın çağa hasretliğimizdir.
Erdemli yaşamanın sıradanlığı:
Erdemli insanlar için her gün bayramdır. Erdemli yaşamak, bir anma günü değil, hayatın kendisidir. Binlerce yılın toplum kardeşliğindeki erdem, sınıflara bölündüğümüz toplumda, artık doğuştan bir kazanç değildir. Firdevsî’nin dediği gibi, “Erdem, insanlarla düşüp kalkarak ve zahmetler çekerek elde edilir.” (Şahnânme, s. 78)
Toplumu sevmek, o eski kabile dayanışması çağlarında emeklemeye başladıktan sonra görülen, yaşanan ve başka türlü olması düşünülemeyen bir insan özelliğiydi. Ama özel çıkarın tahta oturmasıyla, elseverlik çile çekerek ulaşılan bir menzil oldu. Dervişlerin ve ulu kişilerin nefislerini köreltip kendilerini topluma adamaları için çile çekmeleri gerekti. Saltanat sahibi olan özel çıkarcılığa karşı koymak, artık bir isyan ya da uzlete çekilme meselesiydi. İmparatoru devirmek için bin kılıç darbesini göze alacaktınız ya da onun kolcubaşılarının ulaşamayacağı mağaralarda erdemlere erişmeyi deneyecektiniz. (O nasıl oluyorsa!)
Kendini ateşe atmak:
Bugün toplumların bayramlarda törenlerle andığı elseverlik, o ulu kişiler için sıradan olandır. Ama elsever olabilmek için, artık kendinizi ateşe atmak vardır. Yunus Emre’nin “Ben yanaram dünü günü” dediği olaydır bu. Özüne gelince bu yanmanın, o erdemli insanı, Sarayî, Gülistan’da şöyle tanımlar:
“Yanı başında altından dağ olsa bakmaz. Dünyayı seçen insan, kendisini altın için ateşe atmaz.” (Gülistan’ın Memlûk Kıpçakçasından aktaranlar: Talat Tekin ve Mehmet Ölmez, Türk Dilleri-Giriş, Yıldız Yayınevi, İstanbul 2003, s. 44)
Burada insanın kendisini ateşe atması, tartışılmaz bir güzellik olarak vurgulanıyor. Bakınız üstünlük demiyoruz, yücelik de demiyoruz. Çünkü erdemler dağarcığında bu gibi değerler bulunmuyor.
Yangından toplumu kurtarmak:
Özel çıkar için ateşe atmazsınız kendinizi; çünkü yandıktan sonra hazinelerinizin bir değeri yoktur. Ama bir anneyi düşününüz, yavrusu için yangınların içine koşan bir anneyi. Ve bütün toplumun annesi olanları. Yangından malını kurtarmak için değil, toplumu kurtarmak için alevlerin içine dalanları. Onların mutlaka bir bildikleri olmalı. Alevlerin içine koştuklarına göre, orada bir güzellik, bir mutluluk bulmuşlardır.
Erdemli olmak, özel çıkar toplumunda artık kahramanlıktır. Ama hepimizin belleğine bir miras olarak kuşaktan kuşağa kalan o eski eşitlikçi toplumun töresinde elsever olmak, günlük hayatın kendisidir.
Bayram ziyaretine babaanneme gidiyorum
Bu bayram Kemaliye Apçağa köyünde, taş ustası Adıgüzel Ağa’nın torunu babaannem Behiye Rahmiye Perinçek’in elini öpmeye gidiyorum.
1965 yılıydı. Malatya, Arapgir, Kemaliye, Elazığ, Pertek, Tunceli, Pülümür, Erzincan, Kelkit, Bayburt, Gümüşhane, Şiran, Torul güzergâhında toplumun kenarında kalan elseverlik coğrafyasında bir geziydi.
Damda yattıysanız güneş ışıkları üzerinize düştükten sonra artık uyuyamazsınız. Sabah saat beş gibiydi. Tahta merdivenden havuzun başına indim. Babaannem ortalıkta görünmüyordu. Biraz sonra sekilerin arasındaki merdivenlerden basamakları ikişer ikişer atlayarak çıktı. 77 yaşındaydı. Nereden geliyordu? Duymuş, karşıya Kırkgöz’ün oraya Kürt deveciler gelmiş. Gece kalkmış, kör karanlıkta onlara sıcak ekmek pişirmiş. Bağdan reyhan, domates, biber toplamış ve Sarıçiçek Yaylası’nda otlamış koyun sütünden yapılmış o rayihalı peynir. Hepsini bir çıkın yapmış, Kürt devecilere götürmüştü. Kırkgöz dediğiniz yine en az bir saatlik dağ yoluydu.
Gidiş dönüş iki saatten fazla.
Kürt deveciler kimdi, kimlerdendi, adları neydi, daha önce görmüş müydü? Hayır, yalnızca insanoğluydu. Onları bir daha görecek miydi? Ancak dağ dağa kavuşursa. Ama onlara sıcak ekmek pişirmek ve götürmek, insanın kendi karnını doyurması gibi sıradan bir eylemdi.
Elgüzeli olmak:
Elgüzeli olmak, babaannemden öğrendiğim bir deyimdir. Güzellikleri ele, yani halka ve yabancılara sunmak. Babam için derdi.
Elseverlik de diyebilirsiniz. Bodrum Turgut Reis’te Galip Baran “diğerkâm” diyor. İnsanın dili zor dönüyor. Gelin şuna elgüzeli veya elsever diyelim. Galip Baran ile anlaşamadığımız nokta, o birey olarak elsever olunabileceğini düşünüyor. Oysa elgüzelliğinin ocağı, örgüttür. Kabile toplumundan beri böyledir. Birey, bensever ve bencil olur, olmak durumundadır. Kişiyi elgüzeli kılan, toplumsal amaçlar için mücadele eden örgüttür.
Bir öykü
Büyük bir şeyhe “Tasavvuf gerçeği nedir” diye sordular. Şöyle dedi: “Geçmişte görünüşleri perişan ama gönülleri düzgün bir topluluk vardı. Şimdi görünüşleri düzgün ama gönülleri perişan bir kavim ortaya çıkmış.”

Bir şiir

Her kim bana ağyar (düşman) ise
Hak Tanrı yar olsun ona
Kim kançeru vurur ise
Bağı bahar olsun ona

Bana ağu (zehir) sunan kişi
Şehüdi şeker olsun işi
Kolay gele müşkil işi
Eli erer olsun ona

Acı dirliğim isteyen
Tatlı dirilsin dünyada
Kim ölümüm ister ise
Bin yıl ömür olsun ona

Her kim diler ben har (ateş) olam
Düşman elinde zar olam
Dostlar şad-ı düşmanı
Dost ma’şuk yar ola ona

Ardımca taşlar atanı
Hak tahta ağdursun (çıkarsın) onu
Yoluma kuyu kazanı
Güller nisar olsun ona

Bu Muhlis Oğlu Paşa’nın
Güldüğüm istemeyenin
Ağladığım isteyenin
Gözüm pınar olsun ona
Âşık Paşa Veli, Garipname.
Mehmet Temur’un bayramını kutlarım.