30 Ekim 2008 Perşembe


HAC SÖZLEŞMESİ
KEŞKE, Hac Farizası’nı yerine getirenler de, bizler gibi,
BUNDAN BÖYLE;

(A)
Çevreyi kirletmeseler, aşırı tüketmeseler, trafik kurallarını çiğnemeseler, toplum sağlığına aykırı alışkanlıkları sürdürmeseler, vergi kaçırmasalar, rüşvet vermeseler/almasalar, iş ahlakının korunması için çaba gösterseler, milli servete zarar vermeseler, imar yasasına aykırı işler yapmasalar, her şeyi devletten beklemeseler, diğer deyişle, KIRMIZIDA DURSALAR,
(B)
Sayılan alanlarda KIRMIZIDA GEÇMEK isteyenleri, SOSYAL YAPTIRIM olarak bilinen yöntemle UYARSALAR,
(C)
Uyardıklarına, kendilerinin de başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını ÖNERSELER.
* * *
KIRMIZIDA DURMAK: Canlı varlıkların yaşam ve yasal haklarına saygı göstermeyi, diğer deyişle, her türlü yanlış iş, davranış ve haksızlıktan kaçınmayı öngören bir “İLKE” dir.
SOSYAL YAPTIRIM: Kırmızıda geçeni, anında, yüzüne karşı, utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmaktır.
(*) : Yukarıda sayılan alanlarda yaptığımız “okul dışı eğitim” çalışmaları nefsimizin esaretinden kurtulmamızı, özgürleşmemizi sağlamış, bizleri “erdem”e yönlendirmiş, bu bağlamda bir “kılavuz” işlevi görmüştür.
Galip BARAN : 0535.844 84 76
Mustafa Nevruz SINACI : 0541.336 62 68
İsmet SEYHAN : 0532.584 93 33
Zeki KARAOĞLU : 0543.693 33 99
BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ Ameleleri
Turgutreis- BODRUM
***
EKLER:
EK: 1, Cevabı alınamamış bir soru:
***
DİYANET İŞLERİ BAŞKANI’NA ALTIN SORU
17 Aralık 2007
Sayın Ali Bardakoğlu,Size, haddim olmayarak, hoşgörünüze sığınarak “hac ibadeti” ile ilgili olarak aşağıdaki soruları yöneltiyorum:
T.C. Devleti, ekonomik bağımsızlığına gölge düşüren, “emir kulu” olmasına yol çan dış borç yükü / boyunduruğu altında kıvranırken, neden olduğu ekonomik kriz yüzünden toplumsal yaşamı altüst olmuşken, din kardeşlerimizin “hac farizası”nı yerine getirmeleri uygun mudur?
Devlet, ülke, toplum bu şartlar altında adeta bir “yaşam savaşı” verirken hacca gitmek, deyim yerindeyse, “önce hac” demek “bencillik” sayılmaz mı??Her yıl yaklaşık 100 bin din kardeşimizin, “hac görevi”ni yerine getirmek için ödediği 3-4-5 bin EURO‘yu, bu yıl “Türkiye’yi dış borç yükünden kurtarmak” için bağışladığını düşündüğümde bi-hoş oluyorum.
Türkiye Cumhuriyeti’ni “İMF Boyunduruğu”ndan kurtarmak amacıyla “gönüllü vergi” vermek için yıllardır çırpınan bir insan olarak ne kadar mutlu olabileceğimi takdirinize bırakıyorum… Böylesi bir davranışın; Türkiye’yi dış borç yükünden kurtarmanın ötesine sonuçlar doğuracağına; “tek yumruk”, “tek yürek”, “75 milyonluk dev bir aile” olmamızı sağlayacağına; yüreklerimize “birlik-beraberlik tohumları” atacağına; tüm varlığımla inanıyorum.
Bu konudaki bir girişimin, başarılı bir “hareket”e dönüşmesi durumunda, bunun Türk Milleti için bir MİLAT olacağına, “Muasır medeniyet”i sollayacağımıza kalıbımı basıyorum…
Sayın Bardakoğlu, Siz, Diyanet İşleri Başkanımız olarak “Önce Hac” deme gereğini duyabilirsiniz. Ama ben Sayın Lütfü Bardakoğlu’nun bu konudaki kişisel görüşünü öğrenmek istiyorum. Saygılarımla.
Galip BARAN; Bilinçolog
***
EK: 2, Cevabı alınamamış bir başvuru:
SKY-Türk Televizyonu Turgutreis: 08.09.2008
“KUR’AN SOHBETLERİ” Program Yapımcısı’na
Sayın ilgili ve/veya yapımcı,
Dün, (07 Eylül 2008 akşamı) Sayın Prof. Dr. Süleyman Ateş ile canlı yayında yaptığınız sohbette kendisine yönelttiğiniz; “Ülke borç ve fakrü zaruret içinde kıvranırken hac ibadetini yerine getirmek doğru mu” şeklindeki sorunuza kesin bir yanıt alamadınız.
Sayın Ateş bu sorunuza, “ben bu soruya dini yönden fetva verebilirim” kabilinden bir karşılık verdi. Ben, o sorunuza cevap olarak “doğru değildir” şeklinde bir yanıt beklediğinizi düşünüyorum.
Aynı soruyu, biz (Siyaset bilimci ve İlâhiyatçı Mustafa Nevruz SINACI ve ben) de, ekli mektupta görüldüğü üzere, Diyanet İşleri Başkanı Sayın Dr. Lütfü Bardakoğlu’na 17 Aralık 2007 tarihli bir mektupla sorduk.
Bu mektubumuza 15 Şubat 2008 tarihinde verilen cevapta, “dini içerikli sorularınızı web sitemizdeki dini sorular link’inden öğrenebilirsiniz” şeklinde sıradan ve genel bir yanıt verildi. O nedenle siteyi açmadık ve bakmadık. Sadece bu konudaki düşüncemizi Sayın Bardakoğlu’na iletmiş ve kamuoyuna açıklamış olmakla yetindik.
Konuyla ilgili 17 Aralık 2007 günü DİB’na gönderilen ve aynı gün kamuoyuna açıklanan mektup metni aşağıdadır.
Mezkür program bağlamında değerlendirileceği ümidiyle, selâm ve saygılar.
Galip BARAN; Bilinç Üniversitesi Rektörü
***
e.mail: galipbaran@ttmail.com, web: www.galipbaran.blogspot.com
http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com/, http://www.turkcelil.com/, www.internethaber.eu,

18 Ekim 2008 Cumartesi

TARHAN ERDEM’İN YAZISI IŞIĞINDA;
SINACI’YA ÖĞÜTLER VE HATIRLATMALAR
Sayın Mustafa Nevruz SINACI,
Siyaset Bilimci, Hukukçu, Araştırmacı-Yazar
Bilinç Üniversitesi Rektör Yardımcısı
ANKARA
Ekli yazıda, Tarhan Erdem, poliste ve cezaevinde ölen genç bir adamla ilgili yazısında, Başbakan, içişleri ve Adalet Bakanlarına istifa etmelerini önermiş...
Bizim ülkemizde, siyaset erbabının öyle kolay kolay istifa etmeyeceği bellidir. Bu konuda, rahmetli Ecevit'in Erbakan'la kurduğu hükümeti "hükümet etme anlayışımız farklı" diyerek bozduğunu, istifa ettiğini hatırlıyorum.
Sayın Erdem yazısının bir yerinde, "Adalet Bakanına soruşturma açmış (biz ne soruşturmalar duyduk); İçişleri Bakanı suskun!
Basına yansıyanlardan ilgili Bakanların, sorumluluk alanlarındaki bu yüz karası olayla kendilerini ilgili görmedikleri anlaşılıyor!
Oysa böyle bir olayda bakanlar istifa ederse, polis ve infaz kurumları da yaptıklarından devletin utandığını anlar, bunu bilerek görev yaparlar!"demiş olduğu görülüyor.
Olaya bir de bizim açımızdan bakalım: Yalnız sıradan olanların değil, trafik ve çevik kuvvet polislerinin hatta avukatların (hukuk fakültesi mezunlarının) bile kural çiğnedikleri, yasalara uymadıkları biliyoruz. Bende fotoğrafları var. Bu durumu sen de Kızılay da gözleyebilirsin.
Bu gerçek karşısında çok sağlam ve avantajlı bir konumdayız, bana göre…
Bu devletin polisleri ile Başbakanı, İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı arasında yasa bilgisi, anlayışı, bilinci bağlamında bir fark olmadığının farkındayım.
Bir insan Başbakan, İçişleri veya Adalet Bakanı oldu diye bilinçlenemez ki. Başbakan, İçişleri, Adalet Bakanı olmazdan önce ne ise, odur. Bu değişmez...
Sayın SINACI,
Eğer sen Trafik Yasası'nın yayalarla ilgili kırmızı ışık kuralına uymuyorsan, (Trafik yasası bir bütündür. Yasanın bir kuralına uyup diğerine uymamanın bir anlamı yoktur) ya da uysan bile uymayanı en azından uyarmıyorsan, Avukat veya Hukukçu SINACI olsan bile, Bilinç Ünivesitesi'nden SIFIR alırsın...
Bu durum karşısında, "Devlet" olabilmenin "olmazsa olmaz" şartı olan "yasa" konusunda öğrendiklerimizi, bildiklerimizi yaşama geçirme yükümlülüğümüz, sorumluluğumuz var.
Bu konuda Başbakan, İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanından da biz sorumluyuz.
Sayın Ergün Arıkdal'ın bu konuda söylediklerini bir hatırlayalım:
"Şimdi daha pratik bir şey söyleyeyim. Bir trafik yasası çıkarılıyor, değil mi?
Ancak bu cezalarla trafiği düzeltmek asla mümkün olmayacaktır, bakın istatistiklere, daha fazla kaza olacağını göreceksiniz. Bu insanlar cezayla, canı yanarak, maddesinden zarar vererek, egoizmasından (bencilliğinden) veya nefsaniyetinden veya menfaatinden yoksun bırakılarak terbiye edilmek istenmektedir.
Bu çok yanlış bir iştir.
Çünkü yönlendirici olmaları gerekenlerin ilkeleri, prensipleri yoktur. Her şeyden önce topluma trafik ilkesinin, prensibinin öğretilmesi gerekir. Trafiğin ne olduğunun anlatılması gerekir.
Bunu bize kim anlatacak?
Bu işi hiç bilmeyen, bir türlü öğrenememiş olanlar mı? Zaten bilseler bu şekilde yani cezaları artırarak eğitim vermeyi amaçlayan yasa tasarıları hazırlamazlar. Eğitim mükâfatla da cezayla da olmaz.
Eğitim şuurlu bir iştir. Bilgi, ancak şuur vasıtasıyla, bir anlayışla elde edilir. Siz anlayışları artırıcı imkanları sağlarsanız; onlar da ilkelerdir, prensiplerdir. İşte o zaman bir gelişim sağlanır.
Sayın Arıkdal'ın bu yazısında "eğitim şuurlu bir iştir" derken bizleri, Bilinç Üniversitesi'ni kastettiğini düşünüyorum...
Bu nedenle, "Yasa bilinci" ve "yasa bağımlılığı" gibi kavramlarını yaşama geçirme konusunda Bilinç Üniversitesi olarak hemen harekete geçmeliyiz.
Polisle, jandarmayla, iç güvenlikle ilgili kurumların tümünü bu konuda bir tür yakın işbirliği, eşgüdüm, takip ve baskı altına almalıyız.
İçişleri ve Adalet Bakanları ile Emniyet Genel Müdürlüğü nezdinde girişimde bulunup polis kolejlerinde, polis Akademisi'nde "Yasa Bilinci" ve "Yasa Bağımlılığı" kavramlarıyla ilgili konferanslar düzenlemeliyiz. Bu kavramları nasıl ürettiğimizi ileride Başbakan, İçişleri, Adalet Bakanı, Emniyet Genel Müdürü ya da Emniyet Müdürü olacak gençlere anlatmalı, onları bugünden bilgilendirmeliyiz.
Ta ki; bu ülkede, herkesten önce iç güvenlik görevlileri, "Yasa Bağımlısı" olamasalar bile "Yasa Bilinci"nin ne olduğunu öğrensinler. Öyle ki, üst düzey yetkililere istifa etmeleri önerilmesin.
Sayın SINACI, masa telefonunun gene çalışmıyor, yine birisi ahizeyi açık bırakmış anlaşılan, bilesin. Bana, bu gibi durumlarda sana ulaşmamı sağlayacak bir komşu telefonu numarası versen nasıl olur....
Galip BARAN
Bilinç Üniversitesi Rektörü
Galip'tir bu yolda MAĞLUP. Nam-ı diğer DELİ GALİP

İlknur Toygar Değer
Bilgi Üniversitesi, STK Eğitim ve Araştırma Birimi
Dolapdere Kampusu, Oda No: 414, İSTANBUL
Sayın İlknur Toygar Değer,
Üniversitenizin S T K Eğitim ve Araştırma Birimi’nden önceki yıllarda da benzer iletiler aldım.
2005 yılında aldığım, “STK’lar için Uzaktan Öğrenim Ağırlıklı Sertifika Programı” konulu ilk iletiye karşılık olan yazımda, yıllardır devam eden “okul dışı eğitim” çalışmalarımızda “bilinç” konusunda edindiğim birikimin sözü edilen programda değerlendirilmesini istediğimi ifade etmiştim.
Aynı konudaki (2007-2008 dönemi ile ilgili) ikinci iletiye, örneği ekte görülen yazımla yanıt vermiş, “bilinç” konusundaki önceki isteğimi yinelemiş, davet edildiğim takdirde konuyla ilgili ayrıntılı bilgi vermeğe hazır olduğumu dile getirmiştim…
Yeni iletinizde “ Savunuculuk Ağırlıklı STK Eğitim ve Sertifika Programı”ndan söz ediliyor. Bu programa da, “bilinç” konusuyla, bu soyut kavramla ilgili, zamanla daha da gelişen birikimimle katkıda bulunma önerimi yineliyorum.
Çevre, aşırı-tüketim, trafik, vergi, rüşvet v.b. konularda yaşanmakta olan sorunlar, yolsuzluklar karşısında, sayılan alanlarda ne kadar bilinçsiz, “bilinç yoksulu” bir toplum olduğumuzu dikkate alacağınızı, “bilinç” konusundaki birikimimizi değerlendirmek isteyeceğinizi, önerimi bu defa değerlendireceğinizi umuyorum.
Saygılarımla.
Galip BARAN

Rektör/ Bilinç Üniversitesi / Turgutreis-BODRUM
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-posta:
galipbaran@ttmail.com
WEB:
www.turkcelil.com/ www.galipbaran.blogspot.com/ http://www.bilnc-universitesi.blogspot.com/;
ADALET VE BİLİNÇ
Sayın Fazlı KÖKSAL’dan gelen bu iletiyi “KENDİ DÜŞÜNCELERİMİ” büyük harflerle yazarak, iletide geçen ve adı geçen “ADALET” hanımefendiyi rahmetle anarak aynen iletiyor ve aktarıyorum.
Original Message, From: FAZLI KÖKSAL
Sent: Thursday, October 09, 2008 9:50 PM, Subject: Ben ağladım.
Bu ileti bana 8-9 farklı adresten geldi, zaman zaman gelen sıradan hikayelerden sandım okumadım. Ama çok fazla gelmeye başlayınca merak ettim okudum.
Ve gözyaşlarıma hakim olamadım...
ADALET
Yaşlı kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Abdestini aldı, sabah namazını kıldı. Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı. Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti. Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. Yaşlı kadın 'Günaydın Anne, Günaydın Baba' dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü.
'Günaydın Kocacığım' dedi. Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. Artık gözlerinden yaş damlıyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp 'Günaydın Evlatlarım' dedi. Tüm çerçevelere kısaca göz atıp 'Sizleri, hepinizi çok özledim' dedi. Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama 'Bir taksi istiyorum' dedi ve adresi verdi. Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu.
Ağır ve dikkatli bir biçimde iniyordu. Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu. 'Patlama be adam' dedi. Nihayet taksiye binebildi. 'Teyze hoş geldin' dedi 25-30 yaşlarındaki şoför. 'Nereye gidiyoruz?' Kadın kısa bir sessizliğin sonunda 'Tüm bir gün beni taşır mısın?' diye sordu. 'Sana 500 lira veririm.' Adam küçümser bir gülümseme ile, 'Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze' dedi.Kadın gülümsedi 'O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?' 'Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım.
İlk önce nereye gideceğiz?''Anıtkabir'e''Anıtkabir'e mi?'Evet''Tamam teyzeciğim''Yaş kaç teyzeciğim?''Seksen sekiz'' Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim''Allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum''Haklısın teyzecim'Taksi Anıtkabir'in kapısına gelmişti. Şoför 'Teyzeciğim geldik' dedi. Dalgın görünen kadın 'Evladım burada yardımına ihtiyacım var' dedi. 'Benimle gel' Adam şaşırmıştı. 'Tabii teyze' dedi. Kuşkulu gözlerle 'Bizi buraya alırlar mı?' diye sordu.O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak 'Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?' dedi'Hayır''Kaç yıldır Ankara'da yaşıyorsun?''Ben Ankaralıyım teyze.
Doğma büyüme''Ee o zaman''Ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum ben'Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı. Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar. Merdivenlere geldiklerinde Şoför kuşkulu bir şekilde 'Nasıl çıkacaksın Teyze?' diye sordu.'Her ay nasıl çıkıyorsam öyle''Her ay geliyor musun?''Evet'Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti. 'Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım' Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha okumaya başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra 'Hadi gidelim' dedi.
Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı. 'Yoruldun mu Teyze' dedi.Kadın sustu. Bir süre suskunluktan sonra 'Evet hem de çok yoruldum' diye cevapladı. 'Nereye gidiyoruz?''Bankaya'Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk'e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı. 'Teyzeciğim bir şey sorabilir miyim?''Sor bakalım evladım''Anıtkabir'de Atatürk'e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz.
O söz nedir?''Uzun hikaye evladım''Olsun be teyze anlat ne olur''Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Bende 'Adalet' dedim. Bunun üzerine 'Ne güzel ismin varmış' dedi. 'Okulu bitirince ne olacaksın' dedi bana. Hemşire dedim. Oda 'Güzel meslek ama bence sen Hakim ol ismine çok yakışır' dedi. Ben kadından hakim olmaz ki dedim. Kaşlarını çattı, 'Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hakim olacaksın' dedi.''Sen ne dedin peki?''Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim.''Peki olabildin mi Adalet Teyze?''Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim.''
Vay be. Sende ne hikaye varmış Adalet Teyze''Herkesin bir hikayesi vardır evladım. Herkesin hikayesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin''Haklısın Adalet Teyze. Bu bankamı gelmek istediğin''Evet''Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?''Hayır. Sen burada bekle lütfen.Bu arada adın neydi evladım''Osman teyzeciğim''Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?''Tamam teyzeciğim'Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet hanımı düşündü. 'Kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür' diye düşündü. Tam vaktinde bankanın önündeydi. Adalet hanım 15 dakikalık gecikme ile geldi. 'Hoş geldin Hakim Teyze''Çok uzun zamandır bana Hakim denmemişti.''Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?''Yok aksine hoşuma gitti. Sağol''Nereye gidiyoruz?'' Seyranbağlarına''Tabii''Hakim Teyze çok yer gezmişsindir sen''Tüm Anadolu'yu karış karış gezdik rahmetli kocamla''Ne iş yapardı amca?''Subaydı.''Ne zaman vefat etti?''1952′de''Çok olmuş.Gençmiş''Kore savaşında şehit oldu.''Allah rahmet eylesin Hakim teyze ''Sağol'' Seyranbağları'na geldik nereye gideceğiz?' 'Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.'
'Tamam.Buyur Hakim Teyze.Geleyim mi ben' 'Yok bekle burada' Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı. 'Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu' yazısını okudu. Anlam veremedi. 'Bu kadın burada ne yapar ki?' diye düşündü. Yarım saat sonra Adalet hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Adalet hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. Kadın 'Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin' dedi.
Adalet hanım, buğulu gözlerle 'İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın' dedi. Araba hareket etti. 'Nereye Hakim Teyze?''Hemen iki sokak öteye'Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti. Bu binada da 'Ankara Seyranbağları Huzurevi' yazıyordu. 'Bekle beni''Tabii Hakim Teyze'Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım'ın gözlerinden akan yaşları fark etti. 'İyi misin Hakim Teyze' 'İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor''Nereye gidiyoruz?'' Cebeci Asri Mezarlığına''Tamam' 'Teyze nerelisin sen?''Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu.
Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke'ye döndük. Allah'a Şükür Babam'da sağ salim döndü savaştan.''Sonra ne oldu?''Liseye Aydın'a gönderdi babam.
Orada Atatürk'le karşılaştım.
Sözümü tutmak için İstanbul'a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye'de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik..''Çocuğunuz var mı?''Bir kızım bir oğlum vardı.''Neredeler şimdi?''Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.''Ne güzel''1978′de Fransa'da Ermeniler öldürdüler.''Üzüldüm Hakim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani''Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.''Amin. Ya kızın?''O eşi ve çocukları ile İzmit'te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999′da depremde hepsi vefat ettiler.''Allah rahmet eylesin.Boş boğazlığımla üzdüm seni Hakim Teyze kusura bakma''Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım.Sen üzülme sağol''Geldik Teyze''Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin.''Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim eve bırakayım.''Yok beni alacaklar buradan''Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim. Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 'yi ona veririm. Gerisi kalsın. Bende para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.''Çocukların var mı?''İki tane ellerinden öperler.' Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi. 'Adları nedir?''Kemal ve Ayşe''Oğlumun adı da Kemaldi.'Sessizliğin ardından Osman'ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım.. 'Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk'ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.'
ADALET HANIMIN, ÇOCUKLARA VERİLMESİNİ ÖNERDİĞİ “VATANI VE MİLLETİ SEVME” ÖĞÜDÜ, ÇOCUKLUĞUMUZDA BAĞIRA ÇAĞIRA SÖYLEDİĞİMİZ, ANCAK SONRA UNUTTUĞUMUZ “ANDIMIZ”DA YER ALAN “YURDU VE MİLLETİ ÖZDEN ÇOK SEVME İLKESİ”Nİ HATIRLATMIYOR MU?
BİZLER, BİR KAÇ KİŞİ; ANILAN İLKEYİ, YAKLAŞIK 20 YILDIR DEVAM EDEN “OKUL DIŞI EĞİTİM” OLARAK TANIMLADIĞIMIZ ÇALIŞMALARDA ÖZÜMSEDİK. YAŞAM BİÇİMİMİZ RADİKAL ŞEKİLDE DEĞİŞTİREN BU İLKE SAYESİNDE “ULUS İÇİN ÇALIŞMA”YI ÖĞRENDİK
DİĞER TARAFTAN, SÖZÜ EDİLEN İLKENİN ÖZÜMSENEBİLMESİNİN ÖNÜNDEKİ ENGELİN “BENCİLLİK” OLDUĞUNUN VE “BENCİL VARLIKLAR”IN, YURDU VE MİLLETİ “ÖZLERİ KADAR” BİLE SEVEMEYECEKLERİ GERÇEĞİNİN DE FARKINA VARDIK.
Osman Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi. Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken; Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu. Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı. Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. Bu gün daha fazla çalışamazdı.
ŞOFÖR OSMANIN YAŞADIKLARI HEPİMİZE DERS OLMALI, DEĞİL Mİ?
Ertesi gün Ankara'da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti. Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi. Siyaset doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı. Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti.'
Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden Adalet YILMAZ'a ait olduğu belirlendi.
Adalet YILMAZ'ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları'ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ'ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.'Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar. Bir daha da hiç anlatmadı Osman bu yaşadıklarını. Herkesin tek bildiği Osman'ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında 'Gökler bile sana ağlıyor' diyerek ağladığı…
ADALET HANIMEFENDİNİN ÖNERDİĞİ 500 LİRAYI ÖNCE AZ BULAN, “MAL SAHİBİ 500 LİRA İSTİYOR” DİYEN, ADALET HANIMEFENDİNİN “650 LİRA VERECEĞİM” DEMESİ ÜZERİNE “KURTARMAZ AMA” DİYEN, “TEYZECİĞİM” DEMEYİ DE İHMAL ETMEYEN ŞOFÖR OSMANLA İLGİLİ BU YAZI SİZLERİ DE AĞLATTI MI?
“YURDU VE MİLLETİ ÖZDEN ÇOK SEVME İLKESİ” ÜZERİNDE DÜŞÜNMENİZİ, BU BAĞLAMDA KENDİNİZİ SORGULAMANIZI SAĞLADI MI?
Galip BARAN
Rektör: Bilinç Üniversitesi

Turgutreis-BODRUM
TEL: 0252.382 34 77 - 0535) 844 84 76
E-posta: galipbaran@ttmail.com,
WEB: http://www.turkcelil.com/, http://www.galipbaran.blogspot.com/,
http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com/, www.internethaber.eu
DİYOJEN’LE SOHBET… (2) (*)
Diyojen (D) : Kaç kişisiniz?
Baran (B) : Tamı tamına 3: İsmet Seyhan, Zeki Karaoğlu ve ben Galip Baran.
D: Ne yapıyorsunuz?
B: Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda okul dışı eğitim çalışmaları…
D: Nasıl yani?
B: Sayılan alanlarda yasalara uyuyoruz, uymayanları uyarıyoruz, uyardıklarımıza kendilerinin de başkalarını uyarmalarını öneriyoruz.
D: Bu işi ne kadar zamandır yapıyorsunuz?
B: Yirmi yıldır.
D: Kaç kişiyi eğittiniz?
B: Kendimizi.
D: Kendinizi eğitmeniz neye yaradı?
B: Sayılan alanlarda suç işlemiyoruz.
D: Neden 3 kişide kaldınız?
B: Uyardıklarımız başkalarını uyarmıyorlar?
D: Boşa mı kürek çektiniz ?
B: Hayır! Hayır! Kesinlikle hayır! Aslında, binler belki onbinler belki de yüzbinleriz. Biz 3 kişi eli taşın altına koyanlarız, yani yalnız fikren değil fiilen de beraber olanlarız. Diğerleriyle, bin, onbin, yüzbinlerle fikren beraberiz, henüz…
D: Diğerleri de sizin gibi davransa ne olacağını sanıyorsun?
B: Bilinçologlar çoğalacak! Suç işleyenlerin sayısı hızla azalacak, yolsuzlular sona erecek, ve….
D: “Kendisini Fırat kıyısındaki koyundan sorumlu tutan Hz Ömer Adaleti gerçekleşecek” diyeceksin değil mi?
B: Buldun Diyojen! Gene buldun Deli Sokrat ! Galip BARAN
Bilinçolog Rektör: Bilinç Üniversitesi, Turgutreis-BODRUM
TEL: 0252.382 34 77 - 0535.844 84 76
www. bilinc-universitesi.blogspot.com
(*) Bu sohbet de önceki gibi Diyojen’le kurulan Ruhsal İletişim ile gerçekleştirilmiştir. YERSENİZ!

11 Ekim 2008 Cumartesi

ARZU KÖK ve DİLENME KÜLTÜRÜ
Sayın Arzu Kök’ün (A. K.) 10.10.2008 tarihli, DİLENME KÜLTÜRÜ başlıklı (e-Türkiye 15289) yazısında yer alan düşünceleri ve Galip Baran'ın (G. B. ) karşı görüşleri:
A. K.
: Kullandığı kibriti bile Endonezya üretimli olan bir ülke durumuna geldi Türkiye.
G. B. :Türkiye’yi bu hale kim getirdi? Sakinleri…
A. K.
: Hâlimiz ortada. Fazla söze gerek yok. Bilinçsizce tüketiyoruz. Suçluyuz.
G. B. : Yaklaşık 20 yıldır; adımızı DELİYE çıkarasıya, yazdığımız, söylediğimiz, uyguladığımız ama kimseye anlatamadığımız bir sorundur TÜKETİM…
Başlangıçta Yurttaşın Andı, sonra Bilinçlenme Kılavuzu daha sonra Bilinçlenme Yasası, olarak tanımladığımız, geldiğimiz noktada Milli Müfredat olarak nitelenebileceğini düşündüğümüz; yaşamımızda gördüğü etkili işlevi dikkate aldığımızda “ON-EMİR” olduğunu savunabileceğimiz, örneği ekte görülen metinde ikinci sırada yer alan sorundur, TÜKETİM.

Bundan böyle sözcükleriyle başlayan "ON-EMİR"in sonunda verilen sözle, sayılan alanlarda işlenen suçların bir daha işlenmeyeceği “TAAHHÜT” edilmekte olup, bu “TAAHHÜT”namenin söz vereni “ERDEM”e yönlendirdiği de iddia edilmektedir.

A. K. : Filozofa gönderme yaparcasına âdeta "Tüketiyorum, o hâlde varım" demeye başladı ülkem insanı. Aslında bu durum yalnızca bize özgü bir durum değil. "Tüketim Çağı" böyle emir buyuruyor. Buraya kadarı anlaşıldı ancak, ne olacak bu işin sonu?
G. B. : Yaklaşık 5 yıldır yazdığımız halde neredeyse hiç kimseye anlatamadığımız bir diğer gerçek ise: Biz birkaç kişi, yaklaşık 20 yıldır devam eden,“okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmaların oluşturduğu birikimden yola çıkarak bir üniversite kurduk. Adını “Bilinç Üniversitesi”ni koyduk. “Bilinç Çağı” müjdecisi olan bu Üniversitenin amelesi olduk. Şu var ki, “Bilgi” kavramına abayı yakmış olan “Bilgi Üniversiteleri” bağımlıları kurduğumuz Üniversiteyi ciddiye almıyorlar. “Bilinç Üniversitesi”nde amele olmak istemiyorlar. “Bilgi mi Bilinç m?” yolundaki sorumuzu duymazdan geliyorlar. Kibirleri elvermiyor…
A. K.
: Aslında bir an önce bağımsızlığın tanımı yapılmalı.
G.B. : Bu bağlamda yapılması gereken tanım, bize göre “Bilgi bağımlılığ”ı değil, “Bilinç Bağımlılığı”dır
A. K.
:Yoksa; yaşananlar, söylenenler uyuşturmuş durumda beyinleri.
G. B. : Bizler, “uyan Türkiye uyan! derin uykudan” diyoruz. Görüldüğü gibi, irade dışı bir eylem olan“uyuşmak” yerine, iradi bir eylemi, “uyumak” fiilini kullanıyoruz. Bir başka deyişle, sorumluluk öngörüyoruz.
A. K.
: Gerçekten bağımsız mıyız? Sürekli büyüklükten, soyluluktan söz eder dururuz. Oysa bu özellikler bağımsız uluslar içindir. Peki, biz gerçekten bağımsız bir ülke miyiz? Sürekli "öteki" ülkelerin gücünü konuşmaktan, kendi iç sorunlarımızı yeterince irdeleyemediğimizin ayırdında mıyız acaba? Atatürk ile elde edilmiş bağımsızlığı büyük oranda yitirmiş bir ülkede, düşüngü (ideolojik) bölünmelerine ayrılarak çenebazlık yapacağımıza, tüm kutuplaşmaları bir kenara bırakarak "tekvücut" olmamız gerekmiyor mu?
G.B. :Neyin bağımlısı olmamız gerektiği ve bu bağımlılığın nasıl gerçekleşebileceği yukarıda açıklandı. “Tekvücüt” olmaya gelince: Bizler; şehitler için düzenlenen cenaze törenlerinde ve milli bayramlarda sanki gerçekleşmiş gibi görünen "tekvücut/tekyürek" olma konusunda çözümün, "yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi"nin özümsenebilmesinde görüyoruz. Bizler, bu ilkeyi yukarıda sözü edilen “okul dışı eğitim” çalışmalarını yaparken bu gerçeğin farkına varmış bulunuyoruz. Bu topraklarda bağımsız yaşayacaksak, Cumhuriyet ilelebet payidar olacaksa, yalnız şehit cenazelerinde ve milli bayramlarda değil, sürekli " tekyürek", eşdeyişle, “uyanık” olmak zorundayız” diyoruz.
Genel Kurmay Başkanı sayın İlker Başbuğ’a bu konuda yaptığımız, sözü edilen ilkeyi hayata geçirme konusunda kendisinden destek beklentimizi dile getiren 5 Ağustos 2008 tarihli başvurumuza bir yanıt verileceğini umuyoruz.
A. K.
: Sürekli birilerinin kucağına bırakılıyor bu ülke. Sözüm ona, bizi "adam edecek" bir AB'nin önüne sürüyorlar bizi. Ulusal Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, yorgun ve yoksulken bile kendine yetmesini bilen Türkiye, günümüzde kendi kendine yetemiyor bir türlü! Yeraltı ve yerüstü zenginliği, başkaları yaralansın diye mi verilmiş bu ülkeye? Özeleştiri yapmıyor, yerine özelleştirme ile kurtuluyoruz tüm dertlerimizden. Evet, kurtuluyoruz bu ülkeden! Özelleştirmeyle yeni bir tekelleşmeye doğru sürüklenen ülke insanı; yeni patronuna, yeni efendisine boyun eğmek zorunda kalacak çok yakında. Sömürgeci sermaye ezdikçe bizleri, direnmeyi bıraktık bir kenara, başladık açıkça dilenmeye...
G. B. : Sıra ezmeye, ezilmeye, sömürmeye, sömürülmeye geldiğine göre Atatürk’ün bu konudaki bir sözünü hatırlayalım: “Ezen ve ezilenler diye bir şey yoktur, fakat kendini ezdiren uluslar vardır". (Atatürk'ten İnsanlığa Yol Gösteren Sözler/Truva Yayınları/Say.43)
Aynı konuda Halil Cibran’a ilgili bir kitapta şöyle deniliyor (“Ermiş”/ Halil Cibran/ Anahtar Kitaplar/ say. 10) :
“Halil Cibran, insanlara eziyet edenleri, sömürenleri, aldatanları şiddetle kınar. Ama sömürülenlere de yalnızca acıma duygusuyla yanaşmaz: Eğer başınıza bir despot geçmişse bunu sorumlusu sizlersiniz; Yüce yaratan, alnınıza diktatörleri, despotları yazmamıştı, bunu sizler kendi kendinize yazıyorsunuz”der. İnsanların insanlıklarına kavuşmak istiyorlarsa, diktatörlere başkaldırmaları gerektiğini savunur.
Uzağa gitmeğe gerek yok. Etrafımıza şöyle bir baktığımızda, diktatörler görürüz. Bunlar genelde yöneticilerdir, bazen para babalarıdır. Bazen bunların ortaklıklarıdır. Örneğin Bodrum-Turgutris Beldesini yıllardır yöneten ve yıllardır en başarılı Belediye Başkan seçilen, Doğuş Holding’in yasa dışı uygulamalarına göz yuman, Turgutreis’ten çok bu Holding için çalışan A. Server Yazgan’dır.

A. K. : Dilenci, kimlik ve kişilik fukarası, yozlaşmış bir toplum yaratma sevdasındakilerin suçu çok büyük. Baskılarla, sorgulamaktan korkar hale getirilen vatandaş, teslim olmaktan başka ne yapabilir ki? Bu teslimiyet sonu ise "sürekli bir dilenme hâli"ne (atalet ve zaafa)dönüşümdür. Birkaç "elit" aile tarafından yönetildiği bilinen "güzel ve yalnız ülkemde" sosyal adaletin niçin işlemediğini sorgulayamıyor vatandaş. Daha doğrusu sorgulayamıyor...
G. B. : Bu paragrafta,“Dilenci, kimlik ve kişilik fukarası, yozlaşmış bir toplum yaratma sevdasındakiler” den , baskılarla sorgulamaktan korkar hale getirilen vatandaşlar”dan, “teslimiyet”ten söz ederken EDİLGEN bir kişiliğe vurgu yapıldığı görülüyor.
Yukarıda sözü edilen “Bilinç Üniversitesi”ni kuran biz birkaç kişi ETKEN kişiler olarak Doğuş Holding’le ortaklık kuran Belediye Başkanı A. Server Yagzan’a hesap soruyoruz . Bizim dışımızdakiler?: Bizi övmekle alkışlamakla yetiniyorlar. Bu farkın nedenini, bu noktaya nasıl geldiğimizi merak edenler,
http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com// www.galipbaran.blogspot.com/ http://www.turkcelil.com/ sitelerinde yer alan yazılarımızı gözden geçirebilirler. İnanmayanlar, Turgutreis’e gelebilirler, bu gerçekleri yerinde görebilirler.
A. K.
: Direnmek de zordur bu ülkede. Dik durmayı gerektirir. Vururlar kazmayı beline beline, hadi dik dur bakalım durabilirsen. Dilenmek ise eğilebilmeyi gerektirir.
G. B. : Yukarıda dile getirilenlerden sonra denebilecek ne kaldı ki…
A. K.
: Ancak, dilenciliği yardımlaşma kültürü ile karıştırmamak da gerekir. Yardımlaşma bambaşka bir olgudur. Paylaşmaktır, elindekini pay edebilmektir. Sosyal adaletin hâkim olduğu bir ülkede, adalet gereği, paylaşmak bir zorunluluktur. Bu durum sömürgeci 'emperyalist' sermayenin onaylamadığı bir sistemdir. Çünkü dağılımda yaşanacak dengesizlik, sömürgeci vahşi sınıfı daha güçlü konuma getirir. Böylece zenginler sınıfı adında bir "sınıf" çıkar ortaya. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar daima...
G. B. : Bu paragrafta yer alan konularla ilgili görüşlerimiz yukarıda ifade edildi. Bu noktada, konuyu ya da sorunu, “okul dışı eğitim” çalışmalarında geliştirdiğimiz "Sorun Bencillik; Çözüm Sencillik" sloganını kaydederek evrensel boyuta taşıyabiliriz.
A. K.
: Ülkemizde metrekare başına düşen dilenci sayısı, nasıl bir millet haline geldiğimizi kanıtlar niteliktedir. Gerçekten, millet miyiz hâlâ? Sakın sokaklarda gördüğünüz dilenciler yanıltmasın sizi. Çünkü yalnızca onlardan oluşmuyor bu ülkenin dilencileri. Bu ulusu dilencilik kültürünün bağımlısı konumuna getirdiler. Sürekli yalvarır olduk birilerine : ABD'ye, IMF'ye, AB' ye...
G.B. : ”Bu ulusu dilencilik kültürünün bağımlısı konumuna getirdiler” cümlesi ile dile getirilen sorunun çözümü için yapılması gereken Atatürk ve Halil Cibran’ın yukarıda açıklanan sözlerinde ifadesini bulmuştur. Görülüyor ki, bu ülkede yaşayanlar, yakınmayı, başkalarını suçlamayı bir kenara bırakıp, tez elden EDİLGEN kişilikten kurtulmayı, kendilerini yönetenlerden hesap sormayı öğrenmek zorundadırlar, bizler gibi.
A. K.
: Kulu, kula kul eden dilencilik kültürünü bu ülkeden biran önce uzaklaştırmalıyız. Her kul, kendisi gibi kula, kul olmayı reddetmelidir.
G.B. : Kulun kula kul olmaması için ne yapması gerektiği yukarıda açıklandı. Bu noktada ”dilencilik kültürü”nün “bencillik kültürü”nün kaçınılmaz ve doğal sonucu olduğunu ifade etmekle yetineceğiz
A.K.
: Eğer bu kültürü uzaklaştıramazsak sonumuz hiç iyi olmayacak. Yarının çocukları; babasından, dedesinden gördüğü bu sefil dilencilik prensibini "gelenek" olarak sahiplenecek ve şu an yaşanmakta olan bu hastalık kök salacaktır. Bir an önce bu hastalığın önü alınmalıdır. Yoksa 2015'lere topyekün dilenir halde gireceğiz.
G. B. : Yukarıda “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ilkesinden, “Sorun Bencillik: Çözüm Sencilik” sloganından. Bu sloganla "İklim Değişikliği"nin de nedeni olan "Bencillik İlleti"nin altını çizdik. Yalnız bizim değil insanlığın "bencillik illeti"nden kurtulabilmesi için "okul dışı eğitim olarak tanımladığımız çalışmaları yapmaları gerekiyor, bize göre...
Galip Baran/Bilinçolog/ Bilinç Üniversitesi Rektörü/

Turgutreis’in namı-diğer delisi
***
DİYOJEN’LE SOHBET… (*)
Baran (B) : Hayrola Diyojen! Buralarda ne yapıyorsun? Hala insan mı arıyorsun?
Diyojen (D) : HAYIRRRRRRRRRRRRRRRR! İnsandan umudu keseli çok oldu…
B: Öyleyse?
D: “Ekonominin küreseli”yle bozmuş bu insancıkları, önce “iklim değişikliği”ne “dur!” demeleri, öncelikle bu sorunu çözmeleri gerektiği konusunda ikna etmede işbirliği yapabileceğim bir adam!
B: Anladım. Sen bir bilinçolog arıyorsun. İşte buldun. Arayan bulur …
D: Öyle Mİ!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Peki, “ekonominin küreseli”nden başka hiç bir şey
düşünemeyen bu zavallılar arasında ne işin var. Yoksa sen de ….
B: Buldun, gene buldun! Ben de şeyim. Turgutreis’in delisiyim. Şey, Platon, senin için, “Bizim Deli Sokrat” dememiş miydi?…

D: Yaptığın son delilik ?
B: Bilinç Üniversitesi kurdum…
D: Oxford, Harward, Yale , Sorbon gibi ünlü üniversiteler varken; Türkiye’de Üniversite Enflasyonu yaşanırken, çılgınlık bu…
B: Çılgınlıktan söz etmişken, aklıma WORLD WİSE’ın kurucusu Mark DUBOİS’in söyledikleri geldi:
“İnsanlar çevre sorunlarının farkındalar. Ama harekete geçmiyorlar. ‘Ben tek başıma ne yapabilirim ki?’ diyorlar. Eli-kolu bağlı oturuyorlar. Oysa, iki çılgın insanın tek başlarına yaptıkları pek çok önemli işler vardır bu dünyada”
D: Sen ve ben gibi yani…
B:Bilirsin, bir delinin kuyuya attığı taşı kırk akıllı çıkarmazmış…
D: Allah akıllıların yardımcısı olsun…
Galip BARAN

Bilinçolog
Rektör/ Bilinç Üniversitesi / Turgutreis-BODRUM
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-posta: galipbaran@ttmail.com / galipbaran@mynet.com
WEB: http://www.internethaber.eu/, www.turkcelil.com/ www.galipbaran.blogspot.com/ http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com/
(*) Bu sohbet Diyojen’in ruhuyla iletişim kurularak gerçekleştirilmiştir. YERSENİZ!

4 Ekim 2008 Cumartesi

ATMA GÜL ATMA…
Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı
Sayın Abdullah Gül,
Bayramın ikinci günü sabahı, NTV Televizyonunda sayın Hakkı Devrim’in Şakir Eczacıbaşı ve Can Gürzap’la yaptığı söyleşinin ardından:

Trafikte Dikkat, söz konusu olan 10 bin hayat” dediğinizi, topluma seslendiğinizi duydum. Ne var ki, “Atma Gül atma atma…” demekten kendimi alamadım. Sanırım atmak, önemli bir özelliğimiz.
Atarız, atarız…Ve 10 bin hayat vız gelir, bize…
Söylenecek çok şey olabiliyor, trafik konusunda. Hele, yıllarınızı, kendinizi adarcasına harcamışsanız bu sorunu çözmeğe; kendinize iş edinmişseniz, trafik terörüne dur demeyi, benim gibi…
Buna karşın; “Trafikte Dikkat, söz konusu olan 10 bin hayat” diyen bir cumhurbaşkanı bile elinizden tutmamışsa, sizi dikkate almamışsa, siz olsanız o cumhurbaşkanına “atma Gül atma” demez misiniz?
Hem, diyene değil dedirtene bakmalı , değil mi?
Sayın Cumhurbaşkanı,
“Bölgede Barış” için, benim gibileri temsilen, Birleşmiş Milletler’de ve başka ülkelerde konuşmakta, önemli mesajlar vermektesiniz.
Oysa, siz Cumhurbaşkanı olarak “Yurtta Barış” tan da sorumlusunuz. Bu konuda da çaba harcamalısınız. Bilirsiniz ki, “Yurtta Barış” olsa, “Trafikte Dikkat, söz konusu olan 10 bin hayat” projesine gerek kalmaz. “Yurtta Barış” olsa, insanlar, yalnız trafikte değil yaşamın tüm alanlarında dikkatli olurlar. Doğru davranırlar…
Sadede gelecek olursak:

Size yaklaşık 6 ay önce bir “açık dilekçe” ile başvurmuş, o dilekçede sözü edilen alanlarda yıllardır devam eden çalışmalarımızla ilgili olarak brifing verme talebimizi iletmiştik. Bugün bize “atma Gül atma…” dedirten o “açık dilekçe”mizde sözü edilen brifing verme önerimizi, hatırlatırız….
Durumu tekrar bilgilerinize ve gereğini tekrar takdirlerinize arz ederiz.
Saygılarımızla!

Galip BARAN
Rektör/ Bilinç Üniversitesi / Turgutreis-BODRUM
***
"Çalışmanın en yücesi ulus için olanıdır."
Mustafa Kemal Atatürk
***
Kendiniz için değil, bağlı olduğumuz ulus için elbirliğiyle çalışınız, çalışmanın en yükseği budur.
Bir adam ki, memleketin ve milletin saadetini düşünmek yerine daha çok kendini düşünür, bu adamın kıymeti ikinci derecededir.
En iyi kişi, kendinden çok, bağlı olduğu toplumu düşünen, kendini onun varlığının ve mutluluğunun korunmasına adayan insandır.
Hususi menfaat, ekseriya, umumi menfaatle tezat halinde olur.
Ulusları yönetenler için ilk ve en zor görev, kişisel bencilliğe kapılmaktan kendilerini korumalarıdır. Mustafa Kemal Atatürk
***
“Vatan benim için ne yapabilir değil, ben vatanım için ne yapabilirim” diye sorun !, J. F. Kennedy
***
Bencil varlıklar kendileri için çalışırlar, ama onlar ulus için çalıştıklarını sanırlar.
Galip Baran; Rektör, Bilinç Üniversitesi//Bodrum-Turgutreis

TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-posta:
galipbaran@ttmail.com / galipbaran@mynet.com
WEB:
www.galipbaran.blogspot.com/ www. bilinc-universitesi.blogspot.com
EKİ: 8. 05. 2008 tarihli “açık dilekçe”miz