11 Kasım 2013 Pazartesi

"YAŞLI GEZEGEN DİRENİYOR"

‘Yaşlı Gezegen Direniyor’
1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda, 5 Haziran “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edilmiş.
Her geçen gün insanoğlu üzerinde yaşadığı bu “yeşil gezegeni” çöle çevirmek için elinden geleni yapmakta.
Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı (WWF) Yaşayan Gezegen 2010 Yılı Raporu’nda dünyayı yakın gelecekte bekleyen tehlikelere karşı uyarmakta.
“(…) Giderek artan dünya nüfusunun gereksinimlerini karşılamak üzere, önümüzde pek çok zorluk bulunmaktadır. Bu zorluklar; kalkınma ile doğal kaynaklara yönelik sürekli talep artışı arasındaki bağlantının koparılmasının önemini vurgular. En basit ifadeyle, daha az kaynaktan şimdiki kadar, hatta daha fazlasını elde etmek için yeni yollar bulmak zorundayız. Dünyanın kaynaklarını, kendilerini yenileme hızından daha hızlı tüketmeyi sürdürmek, bağlı olduğumuz sistemleri yok etmektir. Artık kaynakları, doğanın koşullarına ve sınırlarına göre yönetmek zorundayız. (…)”
1927’de 2 milyar olan dünya nüfusu günümüzde 5 milyar artarak 7 milyara ulaşmış.
1927 yılında 14 milyon olan Türkiye nüfusu günümüze kadar geçen 85 yıllık süre içinde ise, 60 milyon kişi artarak 74 milyona gelmiş durumda.
Cumhuriyet gazetesi 5 Haziran 2012 günü verdiği Çevre Eki’nde arkadaşımız Özlem Güvemli konuyu, çarpıcı bir başlıkla vermiş:
“Nüfus Baskısı Arttıkça Dünya Felakete Sürükleniyor - Yaşlı Gezegen Direniyor.”
5 Haziran Dünya Çevre Günü artık bir kutlama değil mücadele günü. Sayısız felaket, afet ve krizle karşı karşıya olan yaşlı gezegenin insan eliyle yok edilen havası, suyu, toprağı uzun süredir her şeye karşın direniyor. Artık gezegenin geleceğini tehdit edecek boyutlara ulaşan doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltmak için dünyayı yönetenlerin somut adımlar atması, bireylerin de yaşam biçimini değiştirmesi gerekiyor. Mevcut yaşam tarzı ve tüketim alışkanlıklarının bu şekilde devam etmesi halinde insanlığın 1.5 gezegene daha ihtiyacı olacak. Yaşayan Gezegen Endeksi, son 40 yılda biyolojik çeşitliliğin küresel ölçekte yüzde 30 azaldığını gözler önüne seriyor.
Artan nüfus, daha fazla kaynak ihtiyacının ortaya çıkması ve kaynakların fütursuzca sömürülmesi anlamına geliyor. Sömürülen kaynakların başında da su ve ormanlar geliyor. Dünyada bulunan tüm suyun sadece yüzde 2.5’i tatlı su. Bunun yüzde 70’i buz ve kar halinde. İnsanoğlu sadece 200 bin kilometreküp tatlı suya erişebiliyor. Yani tatlı su talebi, arzdan çok daha fazla. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 2025 yılına kadar 1.8 milyar insanın sudan tamamen yoksun bölgelerde yaşayacağını öngörüyor.
Türkiye de artık su zengini bir ülke değil. Coğrafyamıza düşen yağışın üçte biri akışa geçmekte, akışa geçenin ise ancak yarısı kullanılabiliyor. Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı yaklaşık 3 bin 500 metreküp/yıl ile dünya ortalamasının yarısı düzeyinde. Şu an yılda 1500 metreküp düzeyinde olan kişi başına kullanılabilir su miktarı, 100 milyonluk bir Türkiye’de 100 metreküpe düşecek. Daha kötüsü, dünyada su kıtlığıyla yüz yüze olan insan sayısı bu dönemde 3 milyarı geçecek.
Türkiye’nin su yasası yok
TEMA Vakfı da Dünya Çevre Günü’nde, uzmanlarla birlikte bir Su Kanunu Tasarı Taslağı da hazırladı. Taslakta şu maddeler öne çıkıyor: “Suya erişim hakkı temel ve yaşamsal bir haktır, ayrıcalık veya öncelik tanınamaz. Su, doğal varlıktır, ticari bir mal olarak görülemez. Sularımız üstün ekosistem yararı gözetilerek tek bir yasa ile ama katılımcı bir yaklaşımla yönetilmelidir. Su aynı toprak gibi yaşamın kaynağı ve temelidir. Bu nedenle yerüstü ve yeraltı suyumuz korunmalı, verimli - ekonomik kullanımı sağlanmalı ve geliştirilmelidir. Yönetilmesi zor bir varlık olan suya hayat-hak-varlık üçgeninde odaklanılmalıdır.”

Galip BARAN, 11 Kasım 2013-Turgutreis