‘Yaşlı Gezegen Direniyor’
1972 yılında İsveç’in Stockholm
kentinde Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda, 5 Haziran “Dünya Çevre Günü”
olarak kabul edilmiş.
Her geçen gün insanoğlu üzerinde
yaşadığı bu “yeşil gezegeni” çöle çevirmek için elinden geleni yapmakta.
Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı
(WWF) Yaşayan Gezegen 2010 Yılı Raporu’nda dünyayı yakın gelecekte bekleyen
tehlikelere karşı uyarmakta.
“(…) Giderek artan dünya
nüfusunun gereksinimlerini karşılamak üzere, önümüzde pek çok zorluk
bulunmaktadır. Bu zorluklar; kalkınma ile doğal kaynaklara yönelik sürekli
talep artışı arasındaki bağlantının koparılmasının önemini vurgular. En basit
ifadeyle, daha az kaynaktan şimdiki kadar, hatta daha fazlasını elde etmek için
yeni yollar bulmak zorundayız. Dünyanın kaynaklarını, kendilerini yenileme
hızından daha hızlı tüketmeyi sürdürmek, bağlı olduğumuz sistemleri yok
etmektir. Artık kaynakları, doğanın koşullarına ve sınırlarına göre yönetmek
zorundayız. (…)”
1927’de 2 milyar olan dünya
nüfusu günümüzde 5 milyar artarak 7 milyara ulaşmış.
1927 yılında 14 milyon olan
Türkiye nüfusu günümüze kadar geçen 85 yıllık süre içinde ise, 60 milyon kişi
artarak 74 milyona gelmiş durumda.
Cumhuriyet gazetesi 5 Haziran
2012 günü verdiği Çevre Eki’nde arkadaşımız Özlem Güvemli konuyu, çarpıcı bir
başlıkla vermiş:
“Nüfus Baskısı Arttıkça Dünya
Felakete Sürükleniyor - Yaşlı Gezegen Direniyor.”
5 Haziran Dünya Çevre Günü artık
bir kutlama değil mücadele günü. Sayısız felaket, afet ve krizle karşı karşıya
olan yaşlı gezegenin insan eliyle yok edilen havası, suyu, toprağı uzun süredir
her şeye karşın direniyor. Artık gezegenin geleceğini tehdit edecek boyutlara
ulaşan doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltmak için dünyayı yönetenlerin somut adımlar atması, bireylerin de yaşam
biçimini değiştirmesi gerekiyor. Mevcut
yaşam tarzı ve tüketim alışkanlıklarının bu şekilde devam etmesi halinde
insanlığın 1.5 gezegene daha ihtiyacı olacak. Yaşayan Gezegen Endeksi, son 40
yılda biyolojik çeşitliliğin küresel ölçekte yüzde 30 azaldığını gözler önüne
seriyor.
Artan nüfus, daha fazla kaynak
ihtiyacının ortaya çıkması ve kaynakların fütursuzca sömürülmesi anlamına
geliyor. Sömürülen kaynakların başında da su ve ormanlar geliyor. Dünyada
bulunan tüm suyun sadece yüzde 2.5’i tatlı su. Bunun yüzde 70’i buz ve kar
halinde. İnsanoğlu sadece 200 bin kilometreküp tatlı suya erişebiliyor. Yani
tatlı su talebi, arzdan çok daha fazla. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 2025 yılına
kadar 1.8 milyar insanın sudan tamamen yoksun bölgelerde yaşayacağını
öngörüyor.
Türkiye de artık su zengini bir
ülke değil. Coğrafyamıza düşen yağışın üçte biri akışa geçmekte, akışa geçenin
ise ancak yarısı kullanılabiliyor. Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir
su miktarı yaklaşık 3 bin 500 metreküp/yıl ile dünya ortalamasının yarısı
düzeyinde. Şu an yılda 1500
metreküp düzeyinde olan kişi başına kullanılabilir su
miktarı, 100 milyonluk bir Türkiye’de 100 metreküpe düşecek. Daha kötüsü,
dünyada su kıtlığıyla yüz yüze olan insan sayısı bu dönemde 3 milyarı geçecek.
Türkiye’nin su yasası yok
TEMA Vakfı da Dünya Çevre
Günü’nde, uzmanlarla birlikte bir Su Kanunu Tasarı Taslağı da hazırladı.
Taslakta şu maddeler öne çıkıyor: “Suya erişim hakkı temel ve yaşamsal bir
haktır, ayrıcalık veya öncelik tanınamaz. Su, doğal varlıktır, ticari bir mal
olarak görülemez. Sularımız üstün ekosistem yararı gözetilerek tek bir yasa ile
ama katılımcı bir yaklaşımla yönetilmelidir. Su aynı toprak gibi yaşamın
kaynağı ve temelidir. Bu nedenle yerüstü ve yeraltı suyumuz korunmalı, verimli
- ekonomik kullanımı sağlanmalı ve geliştirilmelidir. Yönetilmesi zor bir
varlık olan suya hayat-hak-varlık üçgeninde odaklanılmalıdır.”
Galip BARAN, 11 Kasım
2013-Turgutreis
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder