2 Aralık 2013 Pazartesi
20 Kasım 2013 Çarşamba
11 Kasım 2013 Pazartesi
"YAŞLI GEZEGEN DİRENİYOR"
‘Yaşlı Gezegen Direniyor’
1972 yılında İsveç’in Stockholm
kentinde Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda, 5 Haziran “Dünya Çevre Günü”
olarak kabul edilmiş.
Her geçen gün insanoğlu üzerinde
yaşadığı bu “yeşil gezegeni” çöle çevirmek için elinden geleni yapmakta.
Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı
(WWF) Yaşayan Gezegen 2010 Yılı Raporu’nda dünyayı yakın gelecekte bekleyen
tehlikelere karşı uyarmakta.
“(…) Giderek artan dünya
nüfusunun gereksinimlerini karşılamak üzere, önümüzde pek çok zorluk
bulunmaktadır. Bu zorluklar; kalkınma ile doğal kaynaklara yönelik sürekli
talep artışı arasındaki bağlantının koparılmasının önemini vurgular. En basit
ifadeyle, daha az kaynaktan şimdiki kadar, hatta daha fazlasını elde etmek için
yeni yollar bulmak zorundayız. Dünyanın kaynaklarını, kendilerini yenileme
hızından daha hızlı tüketmeyi sürdürmek, bağlı olduğumuz sistemleri yok
etmektir. Artık kaynakları, doğanın koşullarına ve sınırlarına göre yönetmek
zorundayız. (…)”
1927’de 2 milyar olan dünya
nüfusu günümüzde 5 milyar artarak 7 milyara ulaşmış.
1927 yılında 14 milyon olan
Türkiye nüfusu günümüze kadar geçen 85 yıllık süre içinde ise, 60 milyon kişi
artarak 74 milyona gelmiş durumda.
Cumhuriyet gazetesi 5 Haziran
2012 günü verdiği Çevre Eki’nde arkadaşımız Özlem Güvemli konuyu, çarpıcı bir
başlıkla vermiş:
“Nüfus Baskısı Arttıkça Dünya
Felakete Sürükleniyor - Yaşlı Gezegen Direniyor.”
5 Haziran Dünya Çevre Günü artık
bir kutlama değil mücadele günü. Sayısız felaket, afet ve krizle karşı karşıya
olan yaşlı gezegenin insan eliyle yok edilen havası, suyu, toprağı uzun süredir
her şeye karşın direniyor. Artık gezegenin geleceğini tehdit edecek boyutlara
ulaşan doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltmak için dünyayı yönetenlerin somut adımlar atması, bireylerin de yaşam
biçimini değiştirmesi gerekiyor. Mevcut
yaşam tarzı ve tüketim alışkanlıklarının bu şekilde devam etmesi halinde
insanlığın 1.5 gezegene daha ihtiyacı olacak. Yaşayan Gezegen Endeksi, son 40
yılda biyolojik çeşitliliğin küresel ölçekte yüzde 30 azaldığını gözler önüne
seriyor.
Artan nüfus, daha fazla kaynak
ihtiyacının ortaya çıkması ve kaynakların fütursuzca sömürülmesi anlamına
geliyor. Sömürülen kaynakların başında da su ve ormanlar geliyor. Dünyada
bulunan tüm suyun sadece yüzde 2.5’i tatlı su. Bunun yüzde 70’i buz ve kar
halinde. İnsanoğlu sadece 200 bin kilometreküp tatlı suya erişebiliyor. Yani
tatlı su talebi, arzdan çok daha fazla. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 2025 yılına
kadar 1.8 milyar insanın sudan tamamen yoksun bölgelerde yaşayacağını
öngörüyor.
Türkiye de artık su zengini bir
ülke değil. Coğrafyamıza düşen yağışın üçte biri akışa geçmekte, akışa geçenin
ise ancak yarısı kullanılabiliyor. Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir
su miktarı yaklaşık 3 bin 500 metreküp/yıl ile dünya ortalamasının yarısı
düzeyinde. Şu an yılda 1500
metreküp düzeyinde olan kişi başına kullanılabilir su
miktarı, 100 milyonluk bir Türkiye’de 100 metreküpe düşecek. Daha kötüsü,
dünyada su kıtlığıyla yüz yüze olan insan sayısı bu dönemde 3 milyarı geçecek.
Türkiye’nin su yasası yok
TEMA Vakfı da Dünya Çevre
Günü’nde, uzmanlarla birlikte bir Su Kanunu Tasarı Taslağı da hazırladı.
Taslakta şu maddeler öne çıkıyor: “Suya erişim hakkı temel ve yaşamsal bir
haktır, ayrıcalık veya öncelik tanınamaz. Su, doğal varlıktır, ticari bir mal
olarak görülemez. Sularımız üstün ekosistem yararı gözetilerek tek bir yasa ile
ama katılımcı bir yaklaşımla yönetilmelidir. Su aynı toprak gibi yaşamın
kaynağı ve temelidir. Bu nedenle yerüstü ve yeraltı suyumuz korunmalı, verimli
- ekonomik kullanımı sağlanmalı ve geliştirilmelidir. Yönetilmesi zor bir
varlık olan suya hayat-hak-varlık üçgeninde odaklanılmalıdır.”
Galip BARAN, 11 Kasım
2013-Turgutreis
19 Ekim 2013 Cumartesi
Andımız'ı megafonla okudu......
Trafik kurallarına uyulması, yerlere sigara izmariti ve çöp atılmaması gibi konularda yaptığı eylemleriyle bilinen Galip Baran, otogar kavşağı ve İskele Meydanı’nda okullardan kaldırılan 'Andımız’ı' megafonla okudu. Bodrum’un Turgutreis Beldesi’nde yaşayan Baran’a andı okurken o sırada orada bulunanlar da eşlik etti. Baran ayrıca elinde “Yeşili bekle lütfen", “Sağdan lütfen" yazılı dövizlerle yaya ve araç sürücülerine uyarıda bulundu. Baran, trafik kurallarına uyulmasına dikkat çekerken, yabancı turistlere İngilizce olarak seslendi.
Galip Baran, “Önemli olan sadece okumak, ezberlemek değil, onu özümsemektir. İçinde ’Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir’ diyor. Eğer 76 milyonu, 780 bin kilometrekareyi kendimden çok seversem suç mu? Polise, savcıya ihtiyaç olur mu?” dedi.
Galip Baran, “Önemli olan sadece okumak, ezberlemek değil, onu özümsemektir. İçinde ’Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir’ diyor. Eğer 76 milyonu, 780 bin kilometrekareyi kendimden çok seversem suç mu? Polise, savcıya ihtiyaç olur mu?” dedi.
Haber Kaynağı: DHA
30 Eylül 2013 Pazartesi
ELGÜZELLİĞİNE "BAYRAM" GÜZELLEMESİ
ELGÜZELLİĞİNE BAYRAM GÜZELLEMESİ
DOĞU PERİNÇEK
İnsanlık, hiç olmazsa yılda birkaç gün, yitirdiği o eski kabile
kandaşlığındaki eşitliği, paylaşmayı, dayanışmayı, toplum için fedailiği anar.
Yitirdiğimiz erdemleri anma günleri:
Bu açıdan bayram günleri aynı zamanda anma günleridir. Bütün
ölülerimizle birlikte kaybedilen güzellikler de anılır. Milyon yıl ortak
çıkarla yaşayan toplum, özel çıkarla bölünmüştür.
Ama o milyon yılın sıradan
hayatı, erdem katına yükselmiştir.
Bayramlar, o açıdan erdemlerin ve erdemlilerin katına
ziyaret gibidir. Aslında bayramlar, hâlâ ortaklaşa hayattan izler taşıyan
köylerde ve mahallelerde bayrama benzer. Bütün toplum, o gün bir araya gelir.
Birbirine sarılma, kucaklaşma, el öpme, hepsi o yitirilen altın çağa
hasretliğimizdir.
Erdemli yaşamanın sıradanlığı:
Erdemli insanlar için her gün bayramdır. Erdemli yaşamak,
bir anma günü değil, hayatın kendisidir. Binlerce yılın toplum kardeşliğindeki
erdem, sınıflara bölündüğümüz toplumda, artık doğuştan bir kazanç değildir.
Firdevsî’nin dediği gibi, “Erdem, insanlarla düşüp kalkarak ve zahmetler
çekerek elde edilir.” (Şahnânme, s. 78)
Toplumu sevmek, o eski kabile dayanışması çağlarında
emeklemeye başladıktan sonra görülen, yaşanan ve başka türlü olması düşünülemeyen
bir insan özelliğiydi. Ama özel çıkarın tahta oturmasıyla, elseverlik çile
çekerek ulaşılan bir menzil oldu. Dervişlerin ve ulu kişilerin nefislerini
köreltip kendilerini topluma adamaları için çile çekmeleri gerekti. Saltanat
sahibi olan özel çıkarcılığa karşı koymak, artık bir isyan ya da uzlete çekilme
meselesiydi. İmparatoru devirmek için bin kılıç darbesini göze alacaktınız ya
da onun kolcubaşılarının ulaşamayacağı mağaralarda erdemlere erişmeyi
deneyecektiniz. (O nasıl oluyorsa!)
Kendini ateşe atmak:
Kendini ateşe atmak:
Bugün toplumların bayramlarda törenlerle andığı elseverlik,
o ulu kişiler için sıradan olandır. Ama elsever olabilmek için, artık kendinizi
ateşe atmak vardır. Yunus Emre’nin “Ben yanaram dünü günü” dediği olaydır bu.
Özüne gelince bu yanmanın, o erdemli insanı, Sarayî, Gülistan’da şöyle
tanımlar:
“Yanı başında altından dağ olsa bakmaz. Dünyayı seçen insan,
kendisini altın için ateşe atmaz.” (Gülistan’ın Memlûk Kıpçakçasından
aktaranlar: Talat Tekin ve Mehmet Ölmez, Türk Dilleri-Giriş, Yıldız Yayınevi,
İstanbul 2003, s. 44)
Burada insanın kendisini ateşe atması, tartışılmaz bir
güzellik olarak vurgulanıyor. Bakınız üstünlük demiyoruz, yücelik de demiyoruz.
Çünkü erdemler dağarcığında bu gibi değerler bulunmuyor.
Yangından toplumu kurtarmak:
Özel çıkar için ateşe atmazsınız kendinizi; çünkü yandıktan
sonra hazinelerinizin bir değeri yoktur. Ama bir anneyi düşününüz, yavrusu için
yangınların içine koşan bir anneyi. Ve bütün toplumun annesi olanları.
Yangından malını kurtarmak için değil, toplumu kurtarmak için alevlerin içine
dalanları. Onların mutlaka bir bildikleri olmalı. Alevlerin içine koştuklarına
göre, orada bir güzellik, bir mutluluk bulmuşlardır.
Erdemli olmak, özel çıkar toplumunda artık kahramanlıktır.
Ama hepimizin belleğine bir miras olarak kuşaktan kuşağa kalan o eski eşitlikçi
toplumun töresinde elsever olmak, günlük hayatın kendisidir.
Bayram ziyaretine babaanneme gidiyorum
Bu bayram Kemaliye Apçağa köyünde, taş ustası Adıgüzel
Ağa’nın torunu babaannem Behiye Rahmiye Perinçek’in elini öpmeye gidiyorum.
1965 yılıydı. Malatya, Arapgir, Kemaliye, Elazığ, Pertek,
Tunceli, Pülümür, Erzincan, Kelkit, Bayburt, Gümüşhane, Şiran, Torul
güzergâhında toplumun kenarında kalan elseverlik coğrafyasında bir geziydi.
Damda yattıysanız güneş ışıkları üzerinize düştükten sonra
artık uyuyamazsınız. Sabah saat beş gibiydi. Tahta merdivenden havuzun başına
indim. Babaannem ortalıkta görünmüyordu. Biraz sonra sekilerin arasındaki
merdivenlerden basamakları ikişer ikişer atlayarak çıktı. 77 yaşındaydı. Nereden
geliyordu? Duymuş, karşıya Kırkgöz’ün oraya Kürt deveciler gelmiş. Gece
kalkmış, kör karanlıkta onlara sıcak ekmek pişirmiş. Bağdan reyhan, domates,
biber toplamış ve Sarıçiçek Yaylası’nda otlamış koyun sütünden yapılmış o
rayihalı peynir. Hepsini bir çıkın yapmış, Kürt devecilere götürmüştü. Kırkgöz
dediğiniz yine en az bir saatlik dağ yoluydu.
Gidiş dönüş iki saatten fazla.
Gidiş dönüş iki saatten fazla.
Kürt deveciler kimdi, kimlerdendi, adları neydi, daha önce
görmüş müydü? Hayır, yalnızca insanoğluydu. Onları bir daha görecek miydi?
Ancak dağ dağa kavuşursa. Ama onlara sıcak ekmek pişirmek ve götürmek, insanın
kendi karnını doyurması gibi sıradan bir eylemdi.
Elgüzeli olmak:
Elgüzeli olmak, babaannemden öğrendiğim bir deyimdir.
Güzellikleri ele, yani halka ve yabancılara sunmak. Babam için derdi.
Elseverlik de diyebilirsiniz. Bodrum Turgut Reis’te Galip
Baran “diğerkâm” diyor. İnsanın dili zor dönüyor. Gelin şuna elgüzeli veya
elsever diyelim. Galip Baran ile anlaşamadığımız nokta, o birey olarak elsever
olunabileceğini düşünüyor. Oysa elgüzelliğinin ocağı, örgüttür. Kabile
toplumundan beri böyledir. Birey, bensever ve bencil olur, olmak durumundadır.
Kişiyi elgüzeli kılan, toplumsal amaçlar için mücadele eden örgüttür.
Bir öykü
Büyük bir şeyhe “Tasavvuf gerçeği nedir” diye sordular.
Şöyle dedi: “Geçmişte görünüşleri perişan ama gönülleri düzgün bir topluluk
vardı. Şimdi görünüşleri düzgün ama gönülleri perişan bir kavim ortaya çıkmış.”
Bir şiir
Her kim bana ağyar (düşman) ise
Hak Tanrı yar olsun ona
Kim kançeru vurur ise
Bağı bahar olsun ona
Bana ağu (zehir) sunan kişi
Şehüdi şeker olsun işi
Kolay gele müşkil işi
Eli erer olsun ona
Acı dirliğim isteyen
Tatlı dirilsin dünyada
Kim ölümüm ister ise
Bin yıl ömür olsun ona
Her kim diler ben har (ateş) olam
Düşman elinde zar olam
Dostlar şad-ı düşmanı
Dost ma’şuk yar ola ona
Ardımca taşlar atanı
Hak tahta ağdursun (çıkarsın) onu
Yoluma kuyu kazanı
Güller nisar olsun ona
Bu Muhlis Oğlu Paşa’nın
Güldüğüm istemeyenin
Ağladığım isteyenin
Gözüm pınar olsun ona
Âşık Paşa Veli, Garipname.
Mehmet Temur’un bayramını kutlarım.
Hak Tanrı yar olsun ona
Kim kançeru vurur ise
Bağı bahar olsun ona
Bana ağu (zehir) sunan kişi
Şehüdi şeker olsun işi
Kolay gele müşkil işi
Eli erer olsun ona
Acı dirliğim isteyen
Tatlı dirilsin dünyada
Kim ölümüm ister ise
Bin yıl ömür olsun ona
Her kim diler ben har (ateş) olam
Düşman elinde zar olam
Dostlar şad-ı düşmanı
Dost ma’şuk yar ola ona
Ardımca taşlar atanı
Hak tahta ağdursun (çıkarsın) onu
Yoluma kuyu kazanı
Güller nisar olsun ona
Bu Muhlis Oğlu Paşa’nın
Güldüğüm istemeyenin
Ağladığım isteyenin
Gözüm pınar olsun ona
Âşık Paşa Veli, Garipname.
Mehmet Temur’un bayramını kutlarım.
24 Haziran 2013 Pazartesi
AREL MÜHENDİSLİK PLASTİKLERİ SAN VE TİC AŞ ÜRÜN/İŞ GELİŞTİRME MD. SELÇUK ERTEKİN'E CEVAP:
GALİP BARAN’IN ÖRNEĞİ EKTE GÖRÜLEN YAZISI NEDENİYLE AREL MÜHENDİSLİK PLASTİKLERİ SAN VE TİC AŞ ÜRÜN/İŞ GELİŞTİRME MD. SELÇUK ERTEKİN’İN (S.E.) YÖNELTTİĞİ SORULARA GALİP BARAN’IN (G.B) CEVAPLARI
![]() |
SELÇUK ERTEKİN |
S. E. : Nerede bu Bilinç Üniversitesi Galip Bey.
G. B. : “Tecrübi bilgi” ile kurmuş bulunduğum, (işlevi: “Para ve bilgi” ile kurulmuş olan “Bilgi Çağı Üniversiteleri”nin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak, kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak) olan Bilinç Üniversitesi Bodrum Turgutreis’tedir.
S. E. : Üniversitenizin tam-açık adresi nedir?
G. B. : Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 2/F Turgutreis/Bodrum.
S. E. : Üniversitenizin kuruluş kararı TBMM'den geçti mi?
G. B. : “Bilgi Çağı Üniversiteleri”nin kuruluş kararı bir “Bilgi Çağı” kurumu-kuruluşu olan TBMM’den geçiyor olabilir. Ancak, bir “Bilinç Çağı” kurumu-kuruluşu olan Bilinç Üniversitesi için böyle bir karardan söz etmek abesle iştigaldir.
S. E. : YÖK, üniversitenizi onayladı mı?
G. B. : Üniversitemizi onaylamak, bir” Bilgi Çağı” kurumu-kuruluşu olan YÖK’ü aşar.
S. E. : Üniversitenizin bir kampüsü (yerleşkesi) var mı?
G. B. : İşlevi ve kuruluş amacı yukarıda açıklanan üniversitemizin, bir yerleşkeye ihtiyacı yoktur.
S. E. : Bu üniversite hangi fakültelerden oluşuyor?
G. B. : Aynı nedenle, Üniversitemizin, “bilgi Çağı Ünivesiteleri”nin kurum-kuruluşları olan fakültelere de ihtiyacı yoktur.
S. E. : Fakülte binaları, derslikleri var mı?
G. B. : Aynı nedenle, fakültelere de dersliklere de ihtiyacı yoktur.
S. E. : Üniversite Rektörünüz kim?
G. B. : Aynı nedenle, Rektöre de ihtiyacımız yoktur.
S. E. : Fakültelerinizin dekanları kim?
G. B. : İhtiyaç duyulmayan fakültelerin dekanları da olmaz.
S. E. : Fakültelerde hangi bölümler var?
G. B. : İhtiyaç duyulmayan fakültelerin bölümleri de olmaz.
S. E. : O bölümlerde kaç tane Prof, Doç, araştırma görevlisi var?
G. B. : İhtiyaç duyulmayan fakültelerin Prof, Doç, araştırma görevlileri de olmaz.
S. E. : Allahaşkına şaka mısınız siz?
G. B. : Şaka değil, çok ciddiyiz biz. “Bilgi Çağı Üniversiteleri”ne zamanla “Bilinçoloji” Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmağa, böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil, aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarını yetiştirmelerine katkıda bulunmağa;
Dahası, güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeninin kurulması için çalışmağa, örneğin, Obama’nın mezun olduğu Harward Üniversitesi’ne bu bağlamda yardımcı olmağa hazırız.
S. E. : Bu mail gruplarında insanlarla dalga geçmeye, zekalarıyla alay etmeye utanmıyor musunuz?
G. B. : Yukarıdaki açıklamalardan sonra insanlarla dalga geçtiğimiz, zekalarıyla alay ettiğimiz yolundaki tanınızın değişeceğini, kullandığınız dalga, alay ve utanma sözcükleri için özür dileyeceğinizi umuyoruz.
S. E. : Olmayan-hayali bir üniversiteyi ne tarafınızdan uydurdunuz?
G. B. : Hakaret kokan bu sorunuzun cevabı edep sınırlarımızı aşar.
S. E. : Bu olmayan-uydurma-hayali üniversiteyle amacınız ne?
G. B. : Uydurma saydığınız Bilinç Üniversitesi’nin işlevi ve kuruluş amacı yukarıda açıklandı.
SON SÖZ:
Sayın Ertekin, kullandığınız dilin sivriliğine ve nahoş yakıştırmalarınıza karşın;bu vesileyle kendimizi daha iyi ifade etmemize yardımcı olduğunuz için size teşekkür borçlu olduğumuzu bilmenizi istiyoruz.
Karşı değerlendirmelerinizi bekliyoruz.
Saygılarımızla.
24. 06. 2013
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm) Baran
*
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com
*
Bilinç Üniversitesi’nin:
(a) İşlevi: “Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak.
(b) Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eş deyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak.
***
SELÇUK ERTEKİN:
e.MAİL, selcukertekin60@yahoo.com
21 Haziran 2013 Cuma
DİĞERGAM'LIK ANDI (21 Haziran 2013)
21 Haziran 2013 Cuma
TIKLA LİNK>>
DİĞERGAM'LIK ANDI (21 Haziran 2013)
DİĞERKÂMLIK (1) ANDI
eş deyişle;
(A)
Aşırı tüketmeyeceğime,
Vergi kaçırmayacağıma,
Çevreyi kirletmeyeceğime,
Milli servete zarar vermeyeceğime,
Trafik kurallarını ihlâl etmeyeceğime,
Rüşvet vermeyeceğime/almayacağıma,
İmar yasasına aykırı işler yapmayacağıma,
Sağlığa aykırı alışkanlıklar edinmeyeceğime,
İş ahlakına (Ahilik İlkelerine) saygı göstereceğime,
Her şeyi devletten bekleme alışkanlığını terk edeceğime,
Bir başka deyişle, YOLSUZLUK (2) yapmayacağıma,
(B) Sayılan alanlarda yolsuzluk yapanları,“SOSYAL YAPTIRIM” olarak bilinen yöntemle uyaracağıma, ayrıca,
(C) Uyardıklarıma, kendilerinin de başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını önereceğime,
(D) “Maruf’u destekleyeceğime, münker’i engelleyeceğime SÖZ VERİYORUM.
Adım-Soyadım:…………………… Telefonum :….………………. İmzam :……………..
KIRMIZIDA DURMAK:
Her türlü yanlış iş, davranış ve haksızlıktan kaçınmayı öngören, bireyi erdeme (3) yönlendiren bir kavram.
Her türlü yanlış iş, davranış ve haksızlıktan kaçınmayı öngören, bireyi erdeme (3) yönlendiren bir kavram.
SOSYAL YAPTIRIM:
“Kırmızıda geçmeğe kalkışanları utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak”
“Kırmızıda geçmeğe kalkışanları utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak”
(1) DİĞERKÂM:
(özgeci, elci, elsever) Kendi yararından çok başkalarını düşünen; başkalarına yararlı olmaya çalışan; başkalarının iyiliği için elinden geleni esirgemeyen; başkalarına iyilik yapmayı yaşam ve ahlâk felsefesi yapan (kimse)
(özgeci, elci, elsever) Kendi yararından çok başkalarını düşünen; başkalarına yararlı olmaya çalışan; başkalarının iyiliği için elinden geleni esirgemeyen; başkalarına iyilik yapmayı yaşam ve ahlâk felsefesi yapan (kimse)
(2) YOLSUZLUK:
Bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, yasaya, kurala, yönteme aykırı iş yapma.
Bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, yasaya, kurala, yönteme aykırı iş yapma.
(3) ERDEM:
Ahlâkın övdüğü ve ahlâklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçak gönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adı. Fazilet.
Ahlâkın övdüğü ve ahlâklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçak gönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adı. Fazilet.
14 Haziran 2013 Cuma
DİYELİM Kİ!....
EY, AYNI GEMİNİN YOLCUSU
BENCİL (HODKÂM) VARLIKLAR!
DİYELİM Kİ,
BENCİL (HODKÂM) BİR VARLIK OLAN ERDOĞAN İSTİFA ETTİ.
DİYELİM Kİ,
BENCİL (HODKÂM) BİR VARLIK OLAN KILIÇDAROĞLU HÜKÜMETİ
KURDU.
HER ŞEY DÜZELECEK, ÖRNEĞİN KÜRESEL ISINMA SONA ERECEKMI?
DÜNYA DAHA YAŞANABİLİR BİR HALE GELECEK Mİ?
EY, AYNI GEMİNİN YOLCUSU, BENCİL (HODKÂM) VARLIKLAR!
SİZ DEĞİŞMEDİKÇE, SENCİL (DİĞERKÂM) BİR VARLIĞA DÖNÜŞMEDİKÇE,
HİÇ BİR ŞEYİN DÜZELMEYECEĞİNİ, NE ZAMAN İDRAK EDECEKSİNİZ?..
GALİP
(DİĞERKÂM) BARAN
29 Mayıs 2013 Çarşamba
Dünyanın "SAHİP"lerine çağrı...
DÜNYA’NIN
SAKİNLERİNE DEĞİL;
“SAHİPLERİNE”
ÇAĞRI
Mustafa Nevruz SINACI
Önce, “dünyanın sahibi” konusunda
anlaşalım.
Evet,
nedir dünyanın sahibi? Kimdir veya kimlerdir?
Cevabı:
Çok kısa, özlü ve bütün anlamları şamil (kapsayıcı) kılacak biçimde şöyle:
“Kendisini,
yaşadığı ülke, şehir yahut mahallede emanetçi, muvakkat kiracı veya ‘sıradan
bir sakin’ biçiminde değil.; Aksine iştigal ettiği yer ve tüm dünyanın
tamamlayıcı, bütünleyici unsuru; Bütün maddi varlıkları, manevi değer ve
unsurları ile dünyanın sahibi ve sorumlusu olarak görüp; Bu idrak ve bilinçle
yaşayan, “onurlu, sorumlu ve erdemli” insandır.
Ki,
Yüce Yaratıcının Ahsen-i takvim üzere (en güzel, en anlamlı ve yararlı biçimde)
yarattığı ve “HALİFE” sıfatını verdiği bu örnek ve önder form’a “Bilinç Çağı İnsanı” denir.
Bu
minval üzere konuyu açar ve “dünyanın sahibi” sıfatını haiz yüksek
varlıklardan; Topyekün (ekolojik) yaşam konusunda ilham ve irşâdlara göz atacak
olursak, aşağıdaki ibret ve hikmetlerle karşılaşırız. Bu bilgi, ilim ve
öğretiler, yaşamın ışığı, iyiliğin ve diriliğin ebedi kaynağıdır. Şu kadar ki:
Bilcümle mükevvenatın sırrını havi ilim’in, şubeler itibarıyla tespit ve ispat
olunan cüzlerinden ibaret olan bilim; Bu gerçekleri bölümlerle açıklar ve
aydınlatır.
Aydın,
Münevver veya en hakiki anlam ve tanımı ile “Kanaat Önderleri” özgür bilim,
adalet ahlâkı ve evrensel hukuk bağlamında insanlık âlemine “gerçekleri”
anlatan, açıklayan ve bizzat yaşayan yüksek varlıklardır. Buna göre ve güncel
örmekleri ile aşağıdaki bilgilere bakalım. Okuyalım, inceleyelim,
değerlendirelim ve tefekkür edelim…
Dünyanın
akil ve âlim adamlarından Jack Cousateau, Kriton Curi, Mark Dubois, Edward
Goldsmith, Erich Fromm ve Galip Baran; “Aynı geminin yolcusu” olduklarının
idraki ile dünyalıları şöyle uyarıyorlar. (Çevre: 10.06.1991)
COUSTEAU UYARIYOR!
“Denizle
Hâkimi’ne tüm insanlığın kulak vermesi gerek. Kaptan Cousteau’yu tanımayan yok.
Denizler Hakimi ünlü bilim adamı, ne yazık ki gelecek kuşakların yaşamları
konusunda (eğer en kısa sürede önlem alınmazsa) tüyler ürperten kehanetlerde
bulunuyor…
Yaşlı
bilim adamı, çağdaş toplumda herkesin inanılmaz bir bencillik içinde olduğunu;
yalnızca kendi rahatlarını düşünüp, gelecek kuşakları tehlikeye attıklarını
söyleyen Cousteau, “kehanetlerini” şöyle açıklıyor: “ İnsan hakları, adalet ve
hukuk konusunda son derece duyarlı görünen günümüz ülke idarecileri ve
toplumları, kendilerinden sonra gelecek kuşaklara yaşam hakkı tanımıyorlar. ‘Benden sonra tufan’ düşüncesiyle
hareket ediyorlar.
Aslında
dünyamız dört milyar yıldır varlığını sürdürüyor. İnsanoğlunun dünyada bir
milyon yıldır var olduğunu da biliyoruz. Dünyamız bir dört milyar yıl daha
yaşayabilecek durumda. Ama biz, onun ömrünü birkaç yüzyıla kadar indirmekteyiz.
Dünyayı
ve insanoğlunu tehdit eden en büyük tehlike; aşırı kalabalık; nüfus artışıdır.
Pek yakın bir gelecekte dünya nüfusu 14 milyarı aşacak. Şimdi nüfusun 5,5
milyar dolayında olduğu biliniyor. Ama her 6 ayda dünya neredeyse Fransa’nın
nüfusu kadar kalabalıklaşıyor, yani 50 milyon kadar artıyor. İşte dünya
yüzündeki tüm kirlenme, zehirlenme, bitki ve havanların ölümü; bu kalabalığa
bağlı nedenlerden ortaya çıkıyor. İnsanoğlu yalnızca kendi yaşamını, hayatta
kalabilmeyi düşünüyor. Bu nedenle de hayvanlara, başka canlılara yer kalmıyor
yeryüzünde… İki bin küsurlu senelerde dünyada insanoğlu tek canlı olarak
kalacak. Yiyecek bulamayacak. Et gerçek bir lüks olacak. Çünkü dünyada koyun,
sığır türü hayvanların kökü kazınmış olacak… Oturacak yer bulamayacak, tüm
çevresi betonlarla kaplanacak. Sonuçta bitki örtüsünü de yine kendi yok edecek…
Bu
nedenle kadınlara bir an önce hakları verilmeli, bilinçlendirilmeli ve az çocuk
yapmaları için eğitimden geçirilmeli. Ayrıca ben, insanların; yaşlılık ve
gelecek korkusu için çok çocuk yaptıklarına inanıyorum. Bu geleceği güven
altına alırsak, çok çocuk yapmaktan vazgeçeceklerdir.
DÜNYANIN
SAHİPLERİNE ÇAĞRI:
NÜKLEER
SANTRALLER
Mustafa Nevruz SINACI
İnsanoğlunu
ve dünyayı bekleyen bir başka korkunç tehlike de, nükleer santraller. Bu gün
bilim ne kadar ilerlemiş olursa olsun, insanlar; atom çekirdeğinin
parçalanmasıyla elde edilen enerjiyi üreten nükleer santralleri henüz denetim
altında tutamıyorlar. Böylece de bu santraller Çernobil’de görüldüğü gibi,
korkunç bir tehlike yaratıyorlar… O halde, teklifimiz; tümüyle denetim altında
tutmayı başarmadan, bu santrallerin tüm dünyadan kaldırılması. İşte bu amaçla
BM’e; geleceğin kuşaklarına yaşam hakkı tanınması için başvuruda bulunduk.
Böylece
bütün dünyada kampanyalar başlatılmasını ve bir an önce önlem alınması için
girişimde bulunulmasını sağlayacağız. Gelecek kuşakların temiz ve yaşanacak bir
dünyaya hakları olduğunu düşünüyoruz. Bunun için de her ülke insanının kendi
çevre bakanlıklarına başvurarak; bu konuda bize destek sağlamaya çalışmasını
bekliyoruz. Ancak bu sayede dünya ve insan nesli kurtulabilecektir. (Kriton
Curi)
DÜNYA(LILARA)YA ÇAĞRI!
Ülkelerin
çevresel istismarlarının durdurulması için bir çağrı kampanyası başlatıldı.
1992 yılında Brezilya’da toplanacak olan BM Çevre Konferansı’na sunulmak üzere
uluslar arası düzeyde yürütülen imza kampanyasının öncüsü: BÜ Öğretim
üyelerinden Kriton Curi. Kampanyanın metni ise şöyle: “Biz bu yazıyı
imzalayanlar çevre kirliliğinin gezegenimizi tehdit eden en önemli
tehlikelerden biri olduğunun bilinciyle, çevre kirliliğinin; ülke sınırı, ırk,
din ayrımı tanımaksızın tüm insanlığı etkilediğini hatırlatarak.; Hükümetlere,
BM’e ve tüm insanlara seslenir ve ülkeleri; “kirli endüstriler” ve zararlı
madenler ihraç ederek, başka ülkelerin çevrelerinin istismarına son vermeye davet
ederiz. Bu amacın gerçekleşmesi için:
(a) Herhangi bir ülkede kurulması düşünülen
yabancı bir endüstri, bu ülkedeki çevre ve halk sağlığının korunması ile ilgili
mevzuatın yetersizliğinden yararlanmayıp; kurulacak endüstri merkezinin
bulunduğu veya kurulacağı ülkede alınması öngörülen önlemlerin en ciddilerini
uygulamaya mecbur tutulmalıdır.
(b) Hiçbir ülkede, üretilen ürünlerin, diğer
bir ülkeye ihraç edilebilmesi için
gereken tüm şartlar yerine getirilmeden ihracata izin verilmemelidir. Bir ülkede
kullanımı yasaklanmış olan ürünlerin diğer ülkelere ihracatı kesinlikle
önlenmelidir. (Figen Atalay / 26.7.1993/ Cumhuriyet) Çevreci Mark Dubois,
herkesin kendine sorması gereken soruyu haykırıyor.
‘Dünya için ne yapabilirim’
“Kim
demiş dünyayı değiştiremezsiniz diye, bir tek insan bile dünyayı
değiştirebilir.” Bu cümle , Dünya Günü 1990’ın sloganıydı. Bu özel günün
düzenleyicilerinden nehir uzmanı ve çevreci Mark Dubois, dünya üzerinde yaşayan
herkese benzer bir çağrıda bulunuyor: Dünyaya zarar vermeden onun üzerinde
nasıl yaşayacağımızı öğrenmeliyiz. Herkes, aynaya bakarak , ‘ben ne
yapabilirim’ sorusunu kendisine sormalıdır.”
Dünya
Günü’nün uluslararası etkinliklerini koordine eden Mark Dubois, daha sonra
çokuluslu kalkınma bankalarının 30 milyar dolarlık yıllık kredi kullanımını
daha çevreci ve toplumsal alanlara kaydırabilmeleri amacıyla uluslar arası
baskı oluşturan, dünya üzerindeki çevreci, toplumsal ve ekonomik gelişmeden
yana resmi olmayan kuruluşlarla iletişim kurmaya çalışan kişilerden biri.
Mark
Dubois kararlı, “Dünya üzerinde bir ya da iki çılgın insanın tek başlarına
gerçekleştirdikleri pek çok önemli değişiklikler vardır. Bu da insanların tek
başlarına neler yapabileceklerinin göstergesidir.” diyor. Çoruh Nehri üzerinde
düzenlenen raftinge katılan Mark Dubois ile ABD’ye dönmeden önce İstanbul’da
kaldığı Mozaik Otel’de görüştük.
Yaşamı
nehirlerle ve çevre etkinlikleriyle geçen, bireylerin çevreyi değiştirmek üzere
harekete geçmelerini sağlamaya çalışan Dubois, dünyanın geleceğine ilişkin
umutlarını henüz yitirmemiş. “Dünya Günü’ne katılımlar, büyülü ve harikulade
güzel olan Çoruh Nehri üzerinde rafting yapmak ve bu umudun nedenlerinden
bazıları” diyor.
DÜNYANIN
SAHİPLERİ’NE ve
TÜM
DÜNYAYA SESLENİŞ
Mustafa Nevruz SINACI
Dubois’e
göre, insanlar artık çevre sorunlarını bilincinde ama harekete geçmekte oldukça
yavaşlar. Çünkü “Ben tek başıma ne yapabilirim ki? Hiç kimse bir şey yapmıyor,
benim yapmamın da anlamı yok” diyerek, elini kolunu bağlayıp öylece oturmak
kolay. Bu nedenledir ki, umutsuzluğun, kötümserliğin her zaman kazançlı
çıktığını söylüyor…
Dubois
şöyle devam ediyor: “İyimserlik ve umutlu olmak ise her zaman kazançlı çıkmaz
belki, çünkü zor olan budur. Sorunlarla mücadele etmek, savaşmak, tek başına da
yapılabilecek şeyler olduğunu düşünerek harekete geçmek kolay değildir ama
yapılması gereken budur. Dünyada bir ya da iki çılgın insanın tek başlarına
gerçekleştirdikleri pek çok değişiklik vardır. Bu da insanların tek başlarına
neler yapabileceklerinin göstergesidir.”
Tüm dünyaya sesleniyor
Mark
Dubois, çevre konusunda en önemli sorunun insanların harekete geçmemesi
olduğunu ve bunun dünya üzerindeki tüm ülkelerde yaşandığını söylüyor. Dünyanın
her yerinde benzer sorunların yaşandığını, örneğin ozon tabakasının
delinmesinin tüm dünyayı tehdit ettiğini vurguluyor. Peki, o zaman ne yapmalı?
Dubois, yalnızca Türklere değil, tüm dünyalılara sesleniyor:
“Herkesin
‘dünya ile yaşamayı nasıl öğrenebilirim’ sorusunu sorması gerekli. Yaşarken
dünyayı parça, parça öldürüyoruz. Dünya giderek kirleniyor. Ona daha nazik
davranmayı öğrenmeliyiz. Örneğin Kaliforniya’da yaşayan bir çiftçi artık
yeraltı sularını zehirli oldukları için kullanamıyor. Çocuklarımıza zehirli
gıdalar yedirerek yaşamlarını çalıyoruz. Buna hakkımız yok. Birbirimizle
savaşarak çok zaman kaybettik. Örneğin bir sanayicinin üretimini ve tarzını
beğenmeyebiliriz. Ama sorunlar karşısında onunla birlikte çalışmayı denemeli,
bunu öğrenmeliyiz. Dünya üzerindeki ortak geleceğimiz için birlikte mücadele
etmeliyiz. Kuşlar birlikte uçarak hem daha çok enerji sağlıyor hem de daha
uzaklara ulaşabiliyorlar. Biz de birlikte savaşmalıyız. Meyve yalnızca ağacın
dalının ucunda. Elimiz kolumuz bağlı oturursak meyveyi yiyemeyiz. Yerimizden
kalkıp, ağacın dalına uzanırsak meyveyi tadabiliriz.” (31 Mart 1991/ Cumhuriyet
Dergi)
Edward Goldsmith’in:
Beş bin günde dünyanın kurtuluşu
Uluslar
arası ekolojist hareketin belli başlı öncülerinden Edward Goldsmith’in son
kitabı “yerküreyi kurtarmak için beş bin gün” daha şimdiden 300 binlik uluslar
arası bir satış rakamına ulaşmış durumda. Dünyanın en etkin çevrecilik dergisi
“Ekolojist”i 1970 yılından bu yana yayımlamayı sürdüren Edward Goldsmith’in,
kitabında ana hatlarını çizdiği ‘dünyayı kurtarma programı’nın temelinde
insanoğlunun yaşam tarzını kökten bir biçimde değiştirmesi anlayışı yatıyor.
Goldsmith’in planı, dünyanın karşı karşıya bulunduğu üç ana tehlikenin
belirlenmesiyle işe başlıyor: 1990 yılının yazı, 1880’den bu yana yaşanan en
sıcak yaz idi; Basra Körfezindeki kirlilik oranı, yerküre için bir ‘rekor’du;
dünyada her yıl yok edilen orman alanı da Fransa yüzölçümünün yarısı kadardı…
İşte
bu ‘durum tespiti’; Üç acil önlem paketini gündeme getiriyordu: Ozon tabakasını
delen klorflorokarbon (CFC) gazının lanetlenmesi; okyanusları kirleten toksik
atıkların durdurulması; uluslararası bir ağaçlandırma seferberliği…
“Eğer
örgütlenirsek, daha az tahripkâr bir yaşam biçimi yaratabiliriz” diye düşünen
Edward Goldsmith, böyle bir hedefe ulaşabilmek için, insanların hem hükümetleri
denetim altında tutup hem de kendi, kendine yeten küçük birimler halinde
organize olarak sonuca varabileceklerini öne sürüyor. Tek gerçek demokrasinin,
ancak küçük çaplı örgütlenmelerle yaşayabilen bir demokrasi olduğunu dile
getiren Goldsmith, insanların devlet kurumlarına ve büyük kuruluşlara bel
bağlamakla yetinmemelerini öğütlüyor…
Bazıları
bunun bir ütopya olduğunu düşünüyorlar; fakat bana sorarsanız, esas gerçekdışı
olan, bizim şu andaki yaşam biçimimizdir.
DÜNYANIN
SAHİPLERİNE ÇAĞRI:
ERİCH
FROMM VE GALİP BARAN
Mustafa Nevruz SINACI
İnsan
davranışları üzerine çalışmalarıyla ünlü Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak”
adlı eserinde, diğerkâmlık (sencillik) ve egoizm (bencillik) olarak tanımladığı
iki temel özelliğiyle (ilkesiyle) ilgili görüşlerini aşağıda görüldüğü şekilde
açıklıyor:
“Sahip
olmak” ilkesine sahip insan; mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye sahip olmak,
onları ele geçirmek, kendine mal edip, onlara egemen olmak, dilediğince,
içinden geldiğince kullanmak ister. Bu sahip oluşların ve sahip olma isteğinin
sonu yoktur.
“Olmak”
ilkesine sahip insan ise; hiçbir şeyi elde etmeye ya da kendine mal etmeye,
şöhret ve iktidara sahip olup insana egemen olmaya kalkışmaz. Bu ilke insanın
bizzat kendi şahsiyet, haysiyet ve karakterini yükseltir, geliştirir.
Evrimleşir, diğer insanları sever. İşte, sözcüklerle anlatılamayan, yaşanılan,
hissedilen bir özelliktir bu ilke.
Dünya
düzeni “sahip olmak” üzerine kurulduğu nedenle, insan ve değerleri, yerini
makinelere ve ekonomik gelişmenin çarklarına bırakmıştır. Bilim, teknik
ilerlemiş, ama bunlar kendi yararına kullanılmadığı için, insan bir araç haline
dönüşmüştür.
Çözümün
ilk ve tek şartı, “sahip olmak” ilkesinden “olmak” ilkesine geçmektir.
Yeni
bir insan, yeni bir toplum
oluşturmaktır…
Eserin
çevirisi yapan Aydın Arıtan, Fromm için şöyle diyor:
Erich
Fromm, yazdıklarına ve savunduğu fikirlere uygun yaşayan ender insanlardan
birisiydi. Para da, mal da ve şöhrette gözü olmayan, mütevazı yaşantısıyla
dikkati çeken Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak”ı tam beş kez yeniden
yazmıştır. Kendisine, “Yeni Çağın Peygamberi” denilmesinden hoşlanmayan Fromm,
sorunları ve çözüm yollarını göstererek, tıpkı İsa’nın geleceğini bildirip,
onun yolunu hazırlama görevini üstlenen Nasıralı Yahya gibi gelecekteki müjde ve
felaketi işaret görevini başarıyla yerine getirmiştir…
Erich
Fromm, Yunus Emre, Mevlâna ve diğer evrensel “Kanaat Önderleri” arasında, halen
yaşayan ve aramızda dolaşanların belki de sonuncusu; Bilinç Üniversitesi’nin
kurucusu Galip Baran; Bakınız kendisini, dava, istikamet ve misyonu’nu nasıl
açıklayıp, tanımlıyor:
SORUN:
BENCİLLİK
ÇÖZÜM:
SENCİLLİK…
“Çevre,
tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar
ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığım ve okul dışı eğitim
olarak tanımladığım, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığım,
bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren, beni
bilinçlendiren çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti. “Bencillik”ten (sadece kendimi düşünmekten
ve sadece kendim için yaşamaktan, yani hodkâmlıktan) kurtuldum. “Sencillik” (başkalarını düşünme,
başkaları ‘halk’ için yaşama diğerkâmlık) ilkesini özümsedim. Böylece Erich
Fromm gibi yaşamağa başladım…
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm) Baran”
Galip
Baran’ın kuruluşuna öncülük ettiği ve bu gün, ülkemizin “dijital ortamda” üç
ayrı WEB sitesi marifetiyle dünya çapında eğitim-öğretim ve yayın faaliyetini
aralıksız ve istikrarla, başarıyla sürdüren Bilinç Üniversitesi’nin:
İşlevi:
“Bilgi
Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına
dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler
kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı
zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda
bulunmak.
Kuruluş amacı:
Güçlünün
haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eş deyişle, “dünyevi değerlerin”
yerini “uhrevi değerlerin” aldığı bir dünya düzeni kurmak. (bitti)
29 Mart 2013 Cuma
19 Mart 2013 Salı
13 Şubat 2013 Çarşamba
Büyük Türk Milleti ve Sevgili Turgutreis Halkına!..
EY TÜRK MİLLETİ !...
EY TURGUTREİS’LİLER!..
EY TÜRK MİLLETİ!..
Bu mektubu, aşağıda açıkladığım hastalıktan kurtulmak, sağlığıma kavuşmak, daha açık deyişle, sizler gibi sağlıklı bir insan olmak için yazıyorum…
Özellikle senin gibi; “Sayın Başbakan” senin gibi sağlıklı olmak, devletin malını deniz misali kullanmak, bal tutunca parmak yalamak, parayı verip düdük çalmak, sonra da yan gelip yatmak istiyorum…
Bana bu konuda yardımcı olan sağlıklı insana Bodrum- Turgutreis’deki dubleks evimi bağışlayacağıma söz veriyorum…
HASTALIĞIM:
Sokaklarda, kamusal yani Türk Milleti’ne ait alan da çöp, izmarit ve değerlendirilebilir atıkları topluyor; Kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl ederek yolsuzluk yapanları, ekmek ve benzeri yiyecekleri elle seçenleri uyarıyor; Poşet ve pet şişe kullanımına ve tüketim çılgınlığına son vermek için gece gündüz demeden, var gücümle çalışıyorum.
Örneğin; Ferit Şahenk’e, önceki Meclis Başkanlarında Köksal Toptan’ın “TBMM Hizmet Ödülü” verdiği Doğuş Grubu ve Total Benzincisi gibi firmaların kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alanatecavüz ederek yaptıkları yolsuzlukları önlemek için adeta “düşük yoğunluklu” bir savaş veriyorum…
YAPTIĞIM EN SON İŞ:
Turgutreis-Turistik Çarşı’da faaliyette bulunan “Hazar Unlu Mamulleri İşletmesi’nin”, bu yıl da, yaya yoluna koyduğu masa ve sandalyeler ile yaya geçişini engellemeye teşebbüsle, kamusal yani Türk Milletine ait alana tecavüz ederek yaptığı yolsuzluğu önlemek oldu…
Başımda Türkiye yazılı bir kırmızı şapka ile ve megafon kullanarak; İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Çanakkale, Tekirdağ, Yalova, Bursa, İnegöl, Eskişehir, Konya, Çorum, Bodrum, Ayvalık, Milas, Marmaris, Fethiye, Edremit gibi il ve ilçelerde, kamusal, yani “Türk Milleti’ne ait” alanda yapılan yolsuzlukları önlemek için;, yürüttüğüm uygulama ve faaliyetlerde “Çalışmanın En Yücesi Ulus için Olanıdır, Kemal Atatürk”, “Sorun Bencillik Çözüm Sencilik”, “Yurdu ve milleti özden çok sevmek ilkesi” yazılı önlükleri giyiyorum…
Türkiye’yi, “borç alanın emir de alacağı” anlayışıyla, dış borç yükünden kurtarmak için etkin ve yoğun bir kampanya başlatmak istiyorum. Bu konuda yaptığım başvuruya hala cevap bekliyorum…
SONUÇ OLARAK:
Geleceğin; “Çevrenin kirletilmediği, tüketim çılgınlığının sona erdiği, trafik kurallarının ihlâl edilmediği, sağlığa aykırı alışkanlıkların edinilmediği, verginin kaçırılmadığı, rüşvetin alınmadığı/verilmediği, milli servetin korunduğu, iş ahlakına özenle riayet edilerek saygı gösterildiği,; İmar Yasası’na aykırı işlerin yapılmadığı, her şeyin devletten beklenmediği, yolsuzlukların sona erdiği Türkiye’sini inşa etmek için, varımla, yoğumla çalışıyorum…
AYIPTIR SÖYLEMESİ:
Yukarıda sözü edilen çalışmaları finanse edebilmek için; (a) İstanbul Ataköy’deki evimin (4. Kısım, O-141 Blok, Daire 6) satışından elime geçen 90 bin TL ve (b) Ziraat Bankasından, emekli maaşımdan borçlanarak aldığım 15 bin TL’yi harcadım…
Yukarıda sözü edilen çalışmaları finanse edebilmek için; (a) İstanbul Ataköy’deki evimin (4. Kısım, O-141 Blok, Daire 6) satışından elime geçen 90 bin TL ve (b) Ziraat Bankasından, emekli maaşımdan borçlanarak aldığım 15 bin TL’yi harcadım…
Sözümü; sağlığıma kavuşmama yardımcı olana Bodrum- Turgutreis’deki dublex evimi bağışlayacağımı tekrarlayarak ve bu mektubu dağıtma lütfunda bulunanlara teşekkür ederek bitiriyorum… 13 Şubat 2013
Saygılarımla…
Galip Baran
Tel: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)