23 Mart 2009 Pazartesi

CEHALET VE BİLİNÇ
ÖNBİLGİ (Sözlük/Ali Püküllüoğlu):
Cahil: (1) Eğitim ve öğrenim görmemiş (kimse). eş. Bilisiz. Belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan (kimse), ha. Genç ve toy, deneyimsiz (kimse). ör. Cahil kız, ne bilsin böyle olacağını!
Cahil kalmak: eğitim ve öğrenim olanağı bulamamak. ör. Köylü cahil kaldıkça, ülke kalkınamaz., Cahillik: Bilisizlik., Bili: bir şeyi bilme durumu, bilgi
Bilicilik: (1) Bilme, bilici olma durumu. ör.Tanrının biliciliği, bağışlayıcılığı dinin savuna geldiği şeydir., Bir olayı, olacağı doğrudan doğruya ya da birtakım belirtilere dayanarak
önceden sezme, gelecekten, bilinmezden harbe verme işi. eş. Kehanet. ör. Eski çağlarda bilicilik el üstünde tutulan bir uğraştı.
Önbilgide de görüldüğü üzere; okur-yazar olmayan, okula gitmemiş, insana cahil deniliyor. Bu gibilerin durumu cahillik olarak tanımlanıyor. Oysa bana göre cehalet, (asıl cehalet) kendini tanımamaktır. İnsan kendisini tanıdıkça:
Bilinçlenir
Tekamül eder,
Salih amel eyler,
İnsan-ı kamil olur
Cehaletten kurtulur,
Bencil bir varlık olduğunun farkına varır.
Toplumsal sorumluluk bilinci olarak tanımlanan kavram ile tanışır
BİLİNÇ: 1. İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği. Şuur. 2. (Psikolojik) Algı ve bilgilerin zihinde arı-duru ve aydınlık olarak izlenme süreci. 3. Temel bilgi. Temel görüş.
4. Bir topluluktaki ruhi etkinliğin veya durumların bütünü. Doğrusal yönde dimağ akışı, davranış biçimi ve düşüncelerin düzenli (istikrarlı) olarak birbirini izlemesi, tutarlılık... Anlamak. Kavramak…
BİLİNÇLİ: Bilinci olan, bilerek, inanarak, doğru, dikkatli (kendinde) ve düzenli yaşayan.. Eleştirmeli bir biçimde kendi etkinliğinin idrakinde, farkında olan, eylemi ve söylemi birbirini tamamlayan, bütünleyen. Dinsel; İlimle (doğruluğu kanıtlanmış ve kabul edilmiş bilgi, norm) amel (söz, söylem ve davranış biçimi, eylemi) eden insan. Akil adam, ehli vukuf. (Sözlük: Milliyet Türkçe Sözlük ve Yeni Lügat, Abdullah Yeğin)
Benim kendimi tanıma sürecim; çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet. iş ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda, “okul dışı eğitim “olarak tanımladığımız; İnsan’ı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığımız, genelde tek başıma yaptığım yıllarca devam eden çalışmalarla başladı.
Ki, hala kendimi tanıyorum...
Sözü edilen çalışmaları yaparken, belki de binlerce defa işittiğim sözler:
Seni çok seviyoruz, herkes senin gibi olsa, senin gibilerin sayısı çoğalmalı, sen bizim için çalışıyorsun, sen insanlık için çalışıyorsun, hakkın ödenmez, sen bizden 2-3 yüz yıl ilerdesin, sen ibadet ediyorsun, dünyanın en zor işini yapıyorsun, bu ülkede senin gibi 100 kişi olsa, Galip Amca’yı sırtımızda taşımalıyız, Galip Allah rızası için çalışıyor, Galip Dede devletin yapamadığı işe soyundu...
Beni bu tür sözlerle öven, türlü ikramlarda bulunan insanlarla aramdaki farkın nedeni, tek nedeni: beni sevdiklerini söyleyenlerin yapmaktan kaçındıkları çalışmalardır. Tek fark budur. Bana ne vahiy geldi, ne de Peygamberim. Sıradan bir insanım.
Ama; çoğu benden çok daha fazla okumuş, birkaç üniversite bitirmiş, bazıları Cumhurbaşkanı, Başbakan, TBMM, Genel Kurmay, Diyanet İşleri, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay Başkanı olmuş değerli insanlara; bir zamanlar kendileri gibi olduğumu hatırlattıktan sonra kendilerini tanımalarını önermek zorundayım. Tekâmülün şartında bu da var. Tekâmül ettim demeyeceksin, başkalarının da tekamül etmesine de yardımcı olacaksın deniliyor.
Kendini tanıyan, Rab’ini tanır, Rab’ini tanıyan tekâmül eder, diyor okuduğum kitaplar. Birkaç Üniversite bitirmiş insanlar, dinle tasavvufla uğraşanlar, Kur’an’ı Kerim’i okuyanlar, İlahiyat Fakültesi mezunları, ilhiyatçı profesör, doçent, yardımcı doçent, asistan olanlar bu kitapları okumamış olabilirler mi? Kendini tanıyanın, Rab’ini tanıyacağını, Rab’ini tanıyanın tekâmül edeceğini bilmeyen var mı?
Trafik kurallarının çiğnenmeyeceğini, çevrenin kirletilmeyeceğini, vergi kaçırılmayacağını, rüşvet verilmeyeceğini/alınmayacağını bilmeyen var mı? Tekrarlıyorum yukarıdaki sözü edilen çalışmaları yapmağa başlamadan önce ben de “biliyordum.”

Ben de kreş çocuğu kadar cahildim...
Diğer taraftan, bilmek var “kitabi”dir. Bilmek var “tecrübi”dir. Okul dışı eğitim çalışmaları yapılmazdan önceki bilgi “kitabi”dir, sonraki bilgi “tecrübi”dir. Yukarıda sayılan unvan ve kişiliklere sahip değerli insanlarla benim aramdaki fark bu bilgi farkıdır. O gibilerin sözü edilen çalışmaları yapmadıkça edinemeyecekleri bir bilgi bu:
İnsanın; bilinçlenmesine/ tekâmül etmesine /salih amel eylemesine /insan-ı kâmil olmasına /cehaletten kurtulmasına/bencil bir varlık olduğunun farkına varmasına/toplumsal sorumluluk bilinci ile tanışmasına sebep olacak bilgi bu.
Galip Baran
***
Kimden: Haktan DEMİRCİOĞLU
Konu
: Enerjinizi Kullanın, 20. 03. 2009
BUGÜNÜN VE GELECEĞİN ANNE BABALARINA ÖNERİLER
Okullara danışmanlık yaptığım için, anne babalardan “Keşke bu söylediklerinizi daha önceden biliyor olsaydık, bu hataları yapmazdık…” gibi sözleri çok sık duyuyorum. Ben de hep şöyle söylerim: “ Çoğu kimse anne baba olmadan önce tam olarak ne ile karşılaşacağını bilmiyor, sadece anlatılanlar ve okunan birkaç kitap, oysa ki unutmamanız gereken önemli bir şey var ki siz de bir zamanlar çocuktunuz ve hiçbir anne baba bizim mesleğimizden dolayı sahip olduğumuz bilgi birikimine sahip olarak bir çocuk dünyaya getirmiyor, bu bizim işimiz, lütfen kendinizi suçlayamayın”. Anne babalar sık sık yapar bu davranışı: kendini suçlama. Çalışan bir anne suçlar kendini, çocuğumu sadece geceleri görebiliyorum diye, ya da fevri bir baba suçlar kendini, önce kızıp kükreyip sonra pişman oluyorum diye. Ama her şeyin bir çaresi var, bazı püf noktaları bildikten ve onlara dikkat ettikten sonra çocuklarla olmak, vakit geçirmek dünyanın en güzel işi olsa gerek…
İşte size bazı kaynaklardan ve deneyimlerinden derlediğim birkaç püf noktası:
* Çocuğun anne babadan ayrı bir birey olacağını, farklı istekleri, beklentileri ve davranışları olacağını, her zaman anne babanın istediği yönde davranamayacağını kabul ederek anne babalık sanatına başlanmalı.
* Öncelikle çocuklarınızı tanımalı, onları ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirmeli. Anne ve babalar bu konuda kendi isteklerine göre değerlendirmeler yapmamalıdırlar.
* Çocukların güven duygusunu pekiştirmek üzere onları yapıcı ve aktif kılacak bir ortam hazırlamalı, bu ortamı hazırlarken yetenek ve kapasitelerini aşmamaya özen göstermeliyiz. * Anne babalar, gelişim aşamalarını ve zorlu dönemlerini bilmeli, davranışlarını ona göre ayarlamalıdır.
* Her çocuğun kendine özgü niteliklerle donanmış ayrı bir birey olduğunu kabul ederek, çocuğunuzu diğer çocuklarla ve kardeşleriyle kıyaslama yoluna gitmemeliyiz.
* Çocuğunuza özel zamanlar ayırmalı ve bu zaman dilimini onun istekleri doğrultusunda değerlendirilmeli.
* Çocuğunuza karşı sergilediğiniz tutumların tutarlı olmasına dikkat etmeli, yapamayacağımızı söylediğimiz bir davranışı yapmamalı, aynı şekilde yapacağımızı söylediğimiz davranışları de gerçekleştirmeliyiz.
BİR SORU: Bu cümleyi anlayamadık. Acaba, aşağıdaki gibi mi olacaktı ?:
Çocuğunuza karşı sergilediğiniz tutumların tutarlı olmasına dikkat etmeli, ona yapamayacağını söylediğimiz bir davranışı biz de yapmamalı, aynı şekilde yapacağını söylediğimiz davranışları biz de gerçekleştirmeliyiz.
* Çocuklara bilgiyi soyut düzeyde vermek yerine, yaşatarak, model olarak öğretmeliyiz, bu şekilde bilginin kalıcı olmasını sağlarız.
* Çocuğunuza sergilediğimiz tutumlar konusunda anne ve baba olarak görüş birliği içinde olmalı ve özellikle bu konuda çocuğunuzun yanında tartışmamaya özen göstermeliyiz.
VE ÇOCUĞUNUZA HER FIRSATTA HAYATINIZDA NE KADAR ÖNEMLİ OLDUĞUNU HİSSETTİREREK, ONA OLAN SEVGİMİZİ GÖSTERMELİYİZ. UNUTMAYIN ÇOCUĞUN EN ÖNEMLİ BESİNİ SEVGİDİR.
BİR DÜŞÜNCE: Sevgi denilince, bizim aklımıza, hemen “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi” geliyor. Bu ilke, ne yazık ki, yaşama geçememiştir.
Bizler bu sorunu aştık. Bize göre, bu ilke, Türk toplumuna yaşanmakta olan sorunları aşmada büyük bir sıçrama yaptırabilecek güçte bir araçtır.
Uzm. Psk. Sedef Ulu
***
AMERİKAN HAYDUDU
Birkaç yıl önce, sanırım 2003 yazıydı. Ankara, Kızılay’da kitapçıların yoğun olduğu bir sokakta, Halkevi binası önünde, yolda Halkevleri imzalı “Amerikan Hayduduna Boyun Eğmeyeceğiz” şeklinde yazı bulunan bez bir pankart gördüm. Fotoğrafını aldım..
O günlerde Ankara’da eylemler yapan HABİTAT Yurttaşlar Kozası Kolaylaştırıcı, olarak aklıma gelen ilk söz şu oldu:
“Ama kırmızıda geçmeğe devam edeceğiz”.
“Kırmızda geçmek” ne demek; “Çevreyi kirletmek /aşırı tüketmek/toplum sağlığına aykırı alışkanlıklar edinmek/trafik kurallarını çiğnemek/vergi kaçırmak/rüşvet vermek/almak/iş ahlakına saygı göstermemek”, bir başka deyişle, yasalara aykırı iş, yani yolsuzluk yapmaktır..
“Bi-linç” değil, Bilinç Üniversitesi’nin kuruluş sürecinde yaşananlardan bir örnek.
Bilinç Üniversitesi’nin “linç” etmek istediği şey ne olabilir? “Yolsuzluk” diyenler kazandı...
Mustafa Nevruz SINACI
***
ÜNİVERSİTE Mİ YOKSA!.. TURŞU MU KURMALI?...
Üniversite kurmak, turşu kurmak kadar kolaydır. “Ticaret”tir. Bastırırsan “akçeyi, yer de, bina da, eleman da bulursun. Bilgi üniversiteleri böyle kurulmuştur. “Akçe” her kapıyı açan altın anahtardır, “Bilgi Çağı”nda. “Bilgi Çağı” = “Ticaret Çağı”...
Ya “Bilinç Çağı” üniversiteleri? Bireyi “erdem”le buluşturan, ‘bilgeliğe’ yönlendiren Bilinç üniversiteleri? Onlar nasıl kurulur? Merak eden var mı?
Şu açıklamayla başlayalım:
* Çevre, trafik, tasarruf, vergi, yasa ve toplumsal sorumluluk konularıyla ilgili bilgi, eş deyişle, “kitabi bilgi” GANİ!
Sonra soralım:
* Aynı konularda “bilinç”li olmak gerekli mi? “Bilinç”e ihtiyaç var mı?
“Yok” diyenlere “Allah rahatlık versin” diyelim, “var” diyenlerle devam edelim : “Bilinç Üniversitesi dünden hazır, “tecrübi bilgi”sini sizlerle paylaşmağa...
Paylaşmamız gereken ilk ve en önemli şey: Bilinç kavramı üzerinde kafa yormamızı ve kendimizi sorgulamamızı kolaylaştırmak amacıyla geliştirdiğimiz şu diyalogdur
* NE VAR, NE YOK?
* YASA ÇOK, BİLİNÇ YOK!..
Diyalog “yasa neden çok?” sorusuyla sürdürülebilir, “bunu bilmeyecek ne var, bilinç yok da ondan” diyerek yanıtlanabilir, arkasından “bilinç neden yok” sorusuyla devam edilir, “bunu bilmeyecek ne var! İhtiyaç yok da ondan” diyerek gittikçe sıkıcı bir hale gelecek gibi görünen bu diyaloga bir nokta koyabilir, köşenize çekilip çubuğunuzu tüttürebilirsiniz...
Diyalogu bu noktaya kadar getirebilmek büyük bir başarıdır, aslında... Devamı gelecektir... “Bilinç”e ihtiyaç, çölde sudur, bize göre...
Dünyanın hali-pür melalini görebilenlerdenseniz bizler gibi düşüneceğinizden eminiz...
Sayın Doğramacı’nın bize katılıp katılmayacağını çok merak ediyoruz...
Mustafa Nevruz Sınacı
Rektör Yardımcısı
Bilinç Üniversitesi
Turgutreis - BODRUM

***
VAR MI?....
Er Mehmet’in babası ölmüştür.
Bölük komutanı, takım Çavuşu’na, “Er Mehmet’e” babasının öldüğünü lisan-ı münasiple anlatmasını söyler.
Bunun üzerine Takım Çavuş’u Er Mehmet’i çağırır ve sorar:
Anan var mı? Var.
Dayın var mı? Var.
Kız kardeşin var mı? Var.
Baban var mı? Var.
NAH VAR!
* * *
Şimdi ‘Bilinç Üniversitesi’ de aynı yöntemle sorar:
Ekmeğin var mı? Var.
Suyun var mı? Var.
Arkadaşın var mı? Var.
Aklın var mı? Var.
Bilincin var mı? (çevre, tasarruf, trafik, vergi bilincin)

Var.
NAH VAR!... /gb

Hiç yorum yok: