11 Ekim 2008 Cumartesi

ARZU KÖK ve DİLENME KÜLTÜRÜ
Sayın Arzu Kök’ün (A. K.) 10.10.2008 tarihli, DİLENME KÜLTÜRÜ başlıklı (e-Türkiye 15289) yazısında yer alan düşünceleri ve Galip Baran'ın (G. B. ) karşı görüşleri:
A. K.
: Kullandığı kibriti bile Endonezya üretimli olan bir ülke durumuna geldi Türkiye.
G. B. :Türkiye’yi bu hale kim getirdi? Sakinleri…
A. K.
: Hâlimiz ortada. Fazla söze gerek yok. Bilinçsizce tüketiyoruz. Suçluyuz.
G. B. : Yaklaşık 20 yıldır; adımızı DELİYE çıkarasıya, yazdığımız, söylediğimiz, uyguladığımız ama kimseye anlatamadığımız bir sorundur TÜKETİM…
Başlangıçta Yurttaşın Andı, sonra Bilinçlenme Kılavuzu daha sonra Bilinçlenme Yasası, olarak tanımladığımız, geldiğimiz noktada Milli Müfredat olarak nitelenebileceğini düşündüğümüz; yaşamımızda gördüğü etkili işlevi dikkate aldığımızda “ON-EMİR” olduğunu savunabileceğimiz, örneği ekte görülen metinde ikinci sırada yer alan sorundur, TÜKETİM.

Bundan böyle sözcükleriyle başlayan "ON-EMİR"in sonunda verilen sözle, sayılan alanlarda işlenen suçların bir daha işlenmeyeceği “TAAHHÜT” edilmekte olup, bu “TAAHHÜT”namenin söz vereni “ERDEM”e yönlendirdiği de iddia edilmektedir.

A. K. : Filozofa gönderme yaparcasına âdeta "Tüketiyorum, o hâlde varım" demeye başladı ülkem insanı. Aslında bu durum yalnızca bize özgü bir durum değil. "Tüketim Çağı" böyle emir buyuruyor. Buraya kadarı anlaşıldı ancak, ne olacak bu işin sonu?
G. B. : Yaklaşık 5 yıldır yazdığımız halde neredeyse hiç kimseye anlatamadığımız bir diğer gerçek ise: Biz birkaç kişi, yaklaşık 20 yıldır devam eden,“okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmaların oluşturduğu birikimden yola çıkarak bir üniversite kurduk. Adını “Bilinç Üniversitesi”ni koyduk. “Bilinç Çağı” müjdecisi olan bu Üniversitenin amelesi olduk. Şu var ki, “Bilgi” kavramına abayı yakmış olan “Bilgi Üniversiteleri” bağımlıları kurduğumuz Üniversiteyi ciddiye almıyorlar. “Bilinç Üniversitesi”nde amele olmak istemiyorlar. “Bilgi mi Bilinç m?” yolundaki sorumuzu duymazdan geliyorlar. Kibirleri elvermiyor…
A. K.
: Aslında bir an önce bağımsızlığın tanımı yapılmalı.
G.B. : Bu bağlamda yapılması gereken tanım, bize göre “Bilgi bağımlılığ”ı değil, “Bilinç Bağımlılığı”dır
A. K.
:Yoksa; yaşananlar, söylenenler uyuşturmuş durumda beyinleri.
G. B. : Bizler, “uyan Türkiye uyan! derin uykudan” diyoruz. Görüldüğü gibi, irade dışı bir eylem olan“uyuşmak” yerine, iradi bir eylemi, “uyumak” fiilini kullanıyoruz. Bir başka deyişle, sorumluluk öngörüyoruz.
A. K.
: Gerçekten bağımsız mıyız? Sürekli büyüklükten, soyluluktan söz eder dururuz. Oysa bu özellikler bağımsız uluslar içindir. Peki, biz gerçekten bağımsız bir ülke miyiz? Sürekli "öteki" ülkelerin gücünü konuşmaktan, kendi iç sorunlarımızı yeterince irdeleyemediğimizin ayırdında mıyız acaba? Atatürk ile elde edilmiş bağımsızlığı büyük oranda yitirmiş bir ülkede, düşüngü (ideolojik) bölünmelerine ayrılarak çenebazlık yapacağımıza, tüm kutuplaşmaları bir kenara bırakarak "tekvücut" olmamız gerekmiyor mu?
G.B. :Neyin bağımlısı olmamız gerektiği ve bu bağımlılığın nasıl gerçekleşebileceği yukarıda açıklandı. “Tekvücüt” olmaya gelince: Bizler; şehitler için düzenlenen cenaze törenlerinde ve milli bayramlarda sanki gerçekleşmiş gibi görünen "tekvücut/tekyürek" olma konusunda çözümün, "yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi"nin özümsenebilmesinde görüyoruz. Bizler, bu ilkeyi yukarıda sözü edilen “okul dışı eğitim” çalışmalarını yaparken bu gerçeğin farkına varmış bulunuyoruz. Bu topraklarda bağımsız yaşayacaksak, Cumhuriyet ilelebet payidar olacaksa, yalnız şehit cenazelerinde ve milli bayramlarda değil, sürekli " tekyürek", eşdeyişle, “uyanık” olmak zorundayız” diyoruz.
Genel Kurmay Başkanı sayın İlker Başbuğ’a bu konuda yaptığımız, sözü edilen ilkeyi hayata geçirme konusunda kendisinden destek beklentimizi dile getiren 5 Ağustos 2008 tarihli başvurumuza bir yanıt verileceğini umuyoruz.
A. K.
: Sürekli birilerinin kucağına bırakılıyor bu ülke. Sözüm ona, bizi "adam edecek" bir AB'nin önüne sürüyorlar bizi. Ulusal Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, yorgun ve yoksulken bile kendine yetmesini bilen Türkiye, günümüzde kendi kendine yetemiyor bir türlü! Yeraltı ve yerüstü zenginliği, başkaları yaralansın diye mi verilmiş bu ülkeye? Özeleştiri yapmıyor, yerine özelleştirme ile kurtuluyoruz tüm dertlerimizden. Evet, kurtuluyoruz bu ülkeden! Özelleştirmeyle yeni bir tekelleşmeye doğru sürüklenen ülke insanı; yeni patronuna, yeni efendisine boyun eğmek zorunda kalacak çok yakında. Sömürgeci sermaye ezdikçe bizleri, direnmeyi bıraktık bir kenara, başladık açıkça dilenmeye...
G. B. : Sıra ezmeye, ezilmeye, sömürmeye, sömürülmeye geldiğine göre Atatürk’ün bu konudaki bir sözünü hatırlayalım: “Ezen ve ezilenler diye bir şey yoktur, fakat kendini ezdiren uluslar vardır". (Atatürk'ten İnsanlığa Yol Gösteren Sözler/Truva Yayınları/Say.43)
Aynı konuda Halil Cibran’a ilgili bir kitapta şöyle deniliyor (“Ermiş”/ Halil Cibran/ Anahtar Kitaplar/ say. 10) :
“Halil Cibran, insanlara eziyet edenleri, sömürenleri, aldatanları şiddetle kınar. Ama sömürülenlere de yalnızca acıma duygusuyla yanaşmaz: Eğer başınıza bir despot geçmişse bunu sorumlusu sizlersiniz; Yüce yaratan, alnınıza diktatörleri, despotları yazmamıştı, bunu sizler kendi kendinize yazıyorsunuz”der. İnsanların insanlıklarına kavuşmak istiyorlarsa, diktatörlere başkaldırmaları gerektiğini savunur.
Uzağa gitmeğe gerek yok. Etrafımıza şöyle bir baktığımızda, diktatörler görürüz. Bunlar genelde yöneticilerdir, bazen para babalarıdır. Bazen bunların ortaklıklarıdır. Örneğin Bodrum-Turgutris Beldesini yıllardır yöneten ve yıllardır en başarılı Belediye Başkan seçilen, Doğuş Holding’in yasa dışı uygulamalarına göz yuman, Turgutreis’ten çok bu Holding için çalışan A. Server Yazgan’dır.

A. K. : Dilenci, kimlik ve kişilik fukarası, yozlaşmış bir toplum yaratma sevdasındakilerin suçu çok büyük. Baskılarla, sorgulamaktan korkar hale getirilen vatandaş, teslim olmaktan başka ne yapabilir ki? Bu teslimiyet sonu ise "sürekli bir dilenme hâli"ne (atalet ve zaafa)dönüşümdür. Birkaç "elit" aile tarafından yönetildiği bilinen "güzel ve yalnız ülkemde" sosyal adaletin niçin işlemediğini sorgulayamıyor vatandaş. Daha doğrusu sorgulayamıyor...
G. B. : Bu paragrafta,“Dilenci, kimlik ve kişilik fukarası, yozlaşmış bir toplum yaratma sevdasındakiler” den , baskılarla sorgulamaktan korkar hale getirilen vatandaşlar”dan, “teslimiyet”ten söz ederken EDİLGEN bir kişiliğe vurgu yapıldığı görülüyor.
Yukarıda sözü edilen “Bilinç Üniversitesi”ni kuran biz birkaç kişi ETKEN kişiler olarak Doğuş Holding’le ortaklık kuran Belediye Başkanı A. Server Yagzan’a hesap soruyoruz . Bizim dışımızdakiler?: Bizi övmekle alkışlamakla yetiniyorlar. Bu farkın nedenini, bu noktaya nasıl geldiğimizi merak edenler,
http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com// www.galipbaran.blogspot.com/ http://www.turkcelil.com/ sitelerinde yer alan yazılarımızı gözden geçirebilirler. İnanmayanlar, Turgutreis’e gelebilirler, bu gerçekleri yerinde görebilirler.
A. K.
: Direnmek de zordur bu ülkede. Dik durmayı gerektirir. Vururlar kazmayı beline beline, hadi dik dur bakalım durabilirsen. Dilenmek ise eğilebilmeyi gerektirir.
G. B. : Yukarıda dile getirilenlerden sonra denebilecek ne kaldı ki…
A. K.
: Ancak, dilenciliği yardımlaşma kültürü ile karıştırmamak da gerekir. Yardımlaşma bambaşka bir olgudur. Paylaşmaktır, elindekini pay edebilmektir. Sosyal adaletin hâkim olduğu bir ülkede, adalet gereği, paylaşmak bir zorunluluktur. Bu durum sömürgeci 'emperyalist' sermayenin onaylamadığı bir sistemdir. Çünkü dağılımda yaşanacak dengesizlik, sömürgeci vahşi sınıfı daha güçlü konuma getirir. Böylece zenginler sınıfı adında bir "sınıf" çıkar ortaya. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar daima...
G. B. : Bu paragrafta yer alan konularla ilgili görüşlerimiz yukarıda ifade edildi. Bu noktada, konuyu ya da sorunu, “okul dışı eğitim” çalışmalarında geliştirdiğimiz "Sorun Bencillik; Çözüm Sencillik" sloganını kaydederek evrensel boyuta taşıyabiliriz.
A. K.
: Ülkemizde metrekare başına düşen dilenci sayısı, nasıl bir millet haline geldiğimizi kanıtlar niteliktedir. Gerçekten, millet miyiz hâlâ? Sakın sokaklarda gördüğünüz dilenciler yanıltmasın sizi. Çünkü yalnızca onlardan oluşmuyor bu ülkenin dilencileri. Bu ulusu dilencilik kültürünün bağımlısı konumuna getirdiler. Sürekli yalvarır olduk birilerine : ABD'ye, IMF'ye, AB' ye...
G.B. : ”Bu ulusu dilencilik kültürünün bağımlısı konumuna getirdiler” cümlesi ile dile getirilen sorunun çözümü için yapılması gereken Atatürk ve Halil Cibran’ın yukarıda açıklanan sözlerinde ifadesini bulmuştur. Görülüyor ki, bu ülkede yaşayanlar, yakınmayı, başkalarını suçlamayı bir kenara bırakıp, tez elden EDİLGEN kişilikten kurtulmayı, kendilerini yönetenlerden hesap sormayı öğrenmek zorundadırlar, bizler gibi.
A. K.
: Kulu, kula kul eden dilencilik kültürünü bu ülkeden biran önce uzaklaştırmalıyız. Her kul, kendisi gibi kula, kul olmayı reddetmelidir.
G.B. : Kulun kula kul olmaması için ne yapması gerektiği yukarıda açıklandı. Bu noktada ”dilencilik kültürü”nün “bencillik kültürü”nün kaçınılmaz ve doğal sonucu olduğunu ifade etmekle yetineceğiz
A.K.
: Eğer bu kültürü uzaklaştıramazsak sonumuz hiç iyi olmayacak. Yarının çocukları; babasından, dedesinden gördüğü bu sefil dilencilik prensibini "gelenek" olarak sahiplenecek ve şu an yaşanmakta olan bu hastalık kök salacaktır. Bir an önce bu hastalığın önü alınmalıdır. Yoksa 2015'lere topyekün dilenir halde gireceğiz.
G. B. : Yukarıda “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ilkesinden, “Sorun Bencillik: Çözüm Sencilik” sloganından. Bu sloganla "İklim Değişikliği"nin de nedeni olan "Bencillik İlleti"nin altını çizdik. Yalnız bizim değil insanlığın "bencillik illeti"nden kurtulabilmesi için "okul dışı eğitim olarak tanımladığımız çalışmaları yapmaları gerekiyor, bize göre...
Galip Baran/Bilinçolog/ Bilinç Üniversitesi Rektörü/

Turgutreis’in namı-diğer delisi
***
DİYOJEN’LE SOHBET… (*)
Baran (B) : Hayrola Diyojen! Buralarda ne yapıyorsun? Hala insan mı arıyorsun?
Diyojen (D) : HAYIRRRRRRRRRRRRRRRR! İnsandan umudu keseli çok oldu…
B: Öyleyse?
D: “Ekonominin küreseli”yle bozmuş bu insancıkları, önce “iklim değişikliği”ne “dur!” demeleri, öncelikle bu sorunu çözmeleri gerektiği konusunda ikna etmede işbirliği yapabileceğim bir adam!
B: Anladım. Sen bir bilinçolog arıyorsun. İşte buldun. Arayan bulur …
D: Öyle Mİ!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Peki, “ekonominin küreseli”nden başka hiç bir şey
düşünemeyen bu zavallılar arasında ne işin var. Yoksa sen de ….
B: Buldun, gene buldun! Ben de şeyim. Turgutreis’in delisiyim. Şey, Platon, senin için, “Bizim Deli Sokrat” dememiş miydi?…

D: Yaptığın son delilik ?
B: Bilinç Üniversitesi kurdum…
D: Oxford, Harward, Yale , Sorbon gibi ünlü üniversiteler varken; Türkiye’de Üniversite Enflasyonu yaşanırken, çılgınlık bu…
B: Çılgınlıktan söz etmişken, aklıma WORLD WİSE’ın kurucusu Mark DUBOİS’in söyledikleri geldi:
“İnsanlar çevre sorunlarının farkındalar. Ama harekete geçmiyorlar. ‘Ben tek başıma ne yapabilirim ki?’ diyorlar. Eli-kolu bağlı oturuyorlar. Oysa, iki çılgın insanın tek başlarına yaptıkları pek çok önemli işler vardır bu dünyada”
D: Sen ve ben gibi yani…
B:Bilirsin, bir delinin kuyuya attığı taşı kırk akıllı çıkarmazmış…
D: Allah akıllıların yardımcısı olsun…
Galip BARAN

Bilinçolog
Rektör/ Bilinç Üniversitesi / Turgutreis-BODRUM
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-posta: galipbaran@ttmail.com / galipbaran@mynet.com
WEB: http://www.internethaber.eu/, www.turkcelil.com/ www.galipbaran.blogspot.com/ http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com/
(*) Bu sohbet Diyojen’in ruhuyla iletişim kurularak gerçekleştirilmiştir. YERSENİZ!

Hiç yorum yok: