12 Temmuz 2008 Cumartesi

"YOLSUZLUKLAR ÖNLENSİN..."

ÇOK SEVGİLİ VE DUYARLI
“BİLİNÇLİ” YURTTAŞLARIMIZ İLE;
“İLKELİ, ONURLU VE SORUMLU” İNSANLARIMIZDAN!..
ÖZEL RİCA:
Aşağıdaki yazı,”yolsuzluklar önlensin” diyenlerin katkılarını, karşı görüşlerini ve farklı çözüm önerilerini açıklamalarını bekliyor.
Galip BARAN
Rektör, Bilinç Üniversitesi
Turgutreis - BODRUM
TEL: 0252- 382 34 77 – 0535. 844 84 76
E-posta: galipbaran@ttmail.com
http://www.galipbaran.blogspot.com/, http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com/,
***
YOLSUZLUKLA MÜCADELE ATLA DEVE DEĞİL Kİ !..
ÖN BİLGİ:
Bencillik yolsuzluğu, yolsuzluk yoksulluğa doğurur. Bencilliğin, eş deyişle, “NEFS” in hükümran olduğu yerde yolsuzluk, yolsuzluğun hükümran olduğu yerde yoksulluk kaçınılmazdır. Asıl olan,“NEFS” e hâkim olabilmektir.
Yolsuzlukla Mücadele Derneği Başkanı Sayın Abdullah Çavuş’un, (A. Ç.) http://www.turkcelil.com/ internet gazetesinde yayınlanan makalesi üzerine kaleme aldığım "benim" (G.B.) aynı konuda karşı karşı görüş ve düşüncelerimdir:
A.Ç: Şimdiye kadar, yolsuzluk ve rüşvet denildiğinde, akla sadece bir iki kurum ve kuruluş gelirken, Bu gün, Devlet Tiyatroları, Türk Dil Kurumu, Üniversiteler gibi kurumlarda da yolsuzluklara rastlanır olması, bütün bunların ötesinde silahlı Kuvvetlerimizin bazı ihaleleri hakkında yapılan soruşturmaların, orgeneral seviyesine kadar uzanıyor olması ve yolsuzluk için oluşturulan çetelerin stratejik açıdan çok önemli kurumlarımıza ulaşmış olmaları, bu hastalığın hızla yayıldığını ve mücadele için hiç vakit kaybedilmemesi gerektiğini göstermektedir.
G.B: Bize göre yolsuzluk sorunu, insanoğlunun “bencil bir varlık” oluşundan kaynaklanmakta olup, üstesinden gelinebilmesi için, değişmesi, “sencil bir varlık” olmak için çaba göstermesi gerekmektedir.Bizler, bu gerçeğin; çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve “her şeyi devletten bekleme” gibi alanlarda yıllar önce başlattığımız , “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmaları yaparken farkına vardık. Yıllardır devam eden bu çalışmalarda insanın iki temel özelliğiyle, “bencillik” ve “sencillik” kavramlarıyla tanıştık.
Toplum olarak “Bencillik” konusunda sicilimizin pek temiz olduğu söylenemez.
Örneğin:
(a) Kaynak; Evrensel İnsan; S. 222; Ergün Arıkdal :
Her insanın vicdanının sesini dinlemesi çok önemlidir. Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok bencil bir milletiz biz. Dolayısıyla, vicdan sesini savunan,vicdanının ifadelerini ortaya koyan varlıklara çok ihtiyacımız var. Bu memleketin; bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere, birtakım menfaatler uğruna “üç maymunlar” ı oynayan insanlara değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, seven, uyum sağlayan, ortak alan kurabilen insanlara ihtiyacımız var. Bizim asıl sıkıntımız buradadır.
(b) Bencil bir toplum olduğumuz, Atatürk’ün aşağıdaki sözlerinden de anlaşılıyor.
Kaynak: “Atatürk’ten İnsanlığa yol gösteren sözler”, Truva Yayınları ve “Atatürk’ten Ölmez Sözler”, Bilge Yayınları.
* Bir adam ki, memleketin ve milletin saadetini düşünmek yerine daha çok kendini düşünür, bu adamın kıymeti ikinci derecededir.
* Şahsımız için değil, fakat mensup olduğumuz millet için elbirliğiyle çalışalım, çalışmanın en yükseği budur.
* Herhangi bir şahsın, memnun ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır.
* En iyi kişi, kendinden çok, bağlı olduğu toplumu düşünen, kendini onun varlığının ve mutluluğunun korunmasına adayan insandır.
* Hususi (özel) menfaat, ekseriya(çoğunlukla), umumi menfaatle tezat (çelişki) halinde olur.
* Ulusları yönetenler için ilk ve en zor görev, kişisel bencilliğe kapılmaktan kendilerini korumalarıdır.
“Özgecilik” ve “diğerkamlık” kelimeleriyle eş anlamlı bir sözcük olan “Sencillik”, Kur’an’da, “başkalarının mutluluğunu kendi çıkarına tercih etme” anlamına gelen “İsar” kavramında ifadesini bulmuştur.
Kaynak: Yaşar Nuri Öztürk; Kur’an’ın Temel Kavramları; Haşr suresi 9 Ayet.
Ruhbilimci, toplumbilimci, düşünür ve yazar Erich Fromm “sencil varlık”ı şöyle tanımlıyor:
Hiçbir şeyi elde etmeye, kendine mal etmeye ve ona egemen olmaya çalışmayan; her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı içinde seven; kendisini geliştirmek ve evrimleştirmek için çalışan insan.
From, bu özelliklere sahip insanın sözcüklerle tanımlanamayacağını ifade ediyor…
Kaynak: Sahip olmak ya da olmak; Erich Fromm; sayfa: 8.
Bencillik illeti asker, sivil, sanatçı, yöneten, yönetilen ayırımı yapmıyor. Aslında, sistem ya da kurulu düzen, (Benciller Dünyası) insanı bencilce bir yaşama yönlendiriyor, köleleştiriyor. Kendisini tanımasını, kendisi olmasını engelliyor.
“Küresel ısınma”nın sebebi hikmeti bu düzen. İnsanoğlu, bu düzeni değiştirmek, “Senciler Dünyası”nı yaşama geçirmek için çalışmadığı takdirde felaketin önlenemeyeceği açık.
Bizler; üç kişiyi bulmayan varlığımızla yukarıda sözü edilen “okul dışı eğitim” çalışmalarını yaparken, “NEFS” imizle savaşırken kendimizi geliştirdik, özgürlüğümüzü kazandık. “sencil varlıklar” olduk, “yasa bilinci” edindik. Bu sonuçtan yola çıkarak, insanın, benzer çalışmalar yapmadıkça içindeki “bencillik/yolsuzluk canavarı”nın farkına varamayacağını, özgürlüğünü kazanamayacağını savunuyoruz. Bu anlayışla geliştirdiğimiz “ Sorun bencillik: Çözüm Sencillik” şeklindeki slogan eşliğinde çalışıyoruz. Ne var ki, insanlar, bu sloganı akıllıca bulmalarına karşın bizi anlamıyorlar, ciddiye almıyorlar. Neden?
Bu noktada, sözü Sayın Figen Atalay’ın , “WORLD WİSE” örgütünün kurucusu, Mark DUBOİS ile İstanbul’da yaptığı röportaj ile ilgili, “Dünya için ne yapabilirim” başlıklı yazısına getirmek istiyorum. Atalay, o yazıda DUBOİS’nın şu sözlerini aktarıyor: (Cumhuriyet Gazetesi; 26. 07. 1993)
Dünyaya zarar vermeden nasıl yaşayabileceğimizi öğrenmeliyiz. Herkes aynaya bakarak, ‘ben ne yapabilirim’ sorusunu kendisine sormalıdır.
İnsanlar artık çevre sorunlarının bilincinde, ama harekete geçmekte oldukça yavaşlar. Çünkü, “Ben tek başıma ne yapabilirim ki? Hiç kimse bir şey yapmıyor, benim yapmamın anlamı yok” diyerek elini kolunu bağlayıp oturmak kolay. Tek başına da yapılabilecek şeyler olduğunu düşünerek harekete geçmek kolay değildir ama yapılması gereken budur. Dünya üzerinde bir ya da iki “ÇILGIN İNSAN” ın tek başlarına yaptıkları pek çok önemli işler vardır.
Bizler, içimizdeki “Yolsuzluk Canavarı”nı yukarıda sözü edilen çalışmalarda geliştirdiğimiz projeleri uygulayarak terbiye ettik. Bu çalışmaları yaygınlaştırmak için, büyük çaba harcıyoruz. Henüz, kayda değer bir sonuç alamadık. Fikren uyuştuğumuz insan çok ama fiiliyatta buluştuğumuz kimse yok…
Bizleri çalışırken izleyenler, “herkes sizin gibi olsa”, “ sizin gibilerin sayısı çoğalmalı” , Allah sizden razı olsun” benzeri sözlerle övmelerine karşın, bizler gibi olma konusunda hiç istekli değiller. “Haydi, sen de/siz de” dediğimizde “işim çok” ya da “vaktim yok” bahanelerine sığınılarak savunulan bu isteksizliğin “bencil” ve “kibirli varlık” oluşlarından, ancak bu gerçeğin farkında olmayışlarından kaynaklandığını düşünüyoruz. Hele, ellerinde çanta ve cüppeleriyle kırmızı ışıkta, geçen avukatların, Hukuk Fakültesi mezunlarının kendilerini “duruşmaya yetişeceğim” diyerek savunduklarını gördükten sonra, bencillik canavarının gücüne hayran (!) olmaktan öte bir şey düşünemiyor; Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl bir “hukuk devleti” olduğunu “hukukun üstünlüğü” ilkesinin ne anlama geldiğini/anlamsızlığını düşünmeden edemiyor insan.
A.Ç.: Yolsuzluk, çoğunlukla rüşvet, hırsızlık, torpil, adam kayırma, kara para, kayıt dışı ekonomi, mafya ekonomisi kavramlarıyla karıştırılmaktadır.
G.B.: Sayılan sorunların tümü; “bencil varlıklar”ın faaliyet gösterdiği, yasa dışı eylemlerini gerçekleştirdiği alanlarıdır.
A.Ç.: Yolsuzluk konusunun bilimsel olarak çok az irdelendiğini, üniversitelerimizde yayınlanmış olan çalışmaların bir elin parmakları kadar az olduğunu gördük. Genelde konu kitaplar veya makaleler bazında kalmış, bu hastalığın teşhisi ve tedavisi konularında ise çok az sayıda çalışma yapılmıştır. G.B.: Bizler; yukarıda da açıklandığı üzere, akademik bir iddiası olmamasına karşın yaptığımız, insan davranışlarını incelediğimiz çalışmalarla, yolsuzluğun tedavisi için, etkili bir çözüm bulduğumuza inanıyoruz.
A.Ç.: Bu manada en güncel ve kapsamlı denebilecek çalışma Meclis Araştırma Komisyonu’nun çalışması olarak ortaya çıkmış olmakla beraber, yolsuzlukların tasnifi konusunda akademisyenlerin çalışmalarının dışına çıkılarak, cezai yaptırımı olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayırmış olmalarından dolayı, yolsuzluk kavramının, sosyolojik manada kültürler arası farklı algılanabilecek olması halini, göz ardı etmiş bulunmaktadır.
G.B.: İnsanın “bencil bir varlık “ olduğu gerçeğinin idrak edilememesi, bize göre, yolsuzluk konusunda yapılacak çalışmaların önünü tıkayan tek ve en büyük engeldir. Sayın Meclis Araştırma Komisyonu üyeleri de aynı engele takılmış olabilirler.
A.Ç.: Yasama ve yürütme gücünü elinde bulunduran otoritenin çıkarına uygun düzenlemeler yapması hallerinin ve gizliliğin önem kazandığı görülmektedir.
G.B.: Yasama ve yürütme gücünü temsil eden TBMM Araştırma Komisyonu üyeleri ile ilgili düşüncemiz yukarıda ifade edildi.
Bize göre; Bencil bir varlık, belediye başkanı, kaymakam, vali, bakan, başbakan, genel kurmay başkanı, meclis başkanı, cumhurbaşkanı olduğunda içindeki “Bencillik Canavarı”nın farkına varamaz, tutsaklıkdan kurtulamaz. Bir başka deyişle, “Bencillik canavarı”, adam ayırmaz, makam, unvan tanımaz.
A.Ç.: Yolsuzluk, yasalara aykırı bir durum olduğu için zorluklar yaşanmaktadır. İlgililer böyle bir konuda konuşmaktan ve bilgi vermekten kaçınmaktadır.
G.B.: Yolsuzluk yapan “bencil varlık” çıkarını korumak için her türlü tedbiri alacak, açık vermemek için elinden geleni yapacak, minareyi çalan kılıfını hazırlayacaktır.
A.Ç.: TÜSİAD'ın yaptırmış olduğu bilimsel anketler sonucundan da yolsuzluk kavramının vatandaşlarımız tarafından da net olarak tanımlanamadığını görmekteyiz.
G.B.: Yolsuzluk kavramı vatandaş/seçmen tarafından tanımlanamıyorsa, yani vatandaşın/ seçmenin, “yasa bilinci” yoksa, bakın neler olabiliyor:
Turgutreis’te bağımsız aday olarak katıldığım, aday oluşumun nedenini : “Bencillikle savaşmak için başlattığım çalışmaları Başkan olarak sürdürmek” diyerek açıkladığım 2004 seçimlerinde geçerli 5264 oyun 11 tanesini alabildim.
Yaptığım çalışmaları yıllardır izleyen Turgutreislilerin/seçmenlerin, bol keseden övgüleri dikkate alınacak olursa en azından 50-60 oy almam beklenirdi.
Oysa, iktidarda olan, iktidarda olmanın nimetlerinden (!) yararlanarak itfaiye binasına fotoğraflı posterini astıran (yolsuzluk yapan) ANAP’lı Belediye Başkanı A. Server Yazgan, 2561 oyla yeniden seçildi.
Şimdi, bu sonucun/yolsuzluğun toplum tarafından nasıl değerlendirildiğine bakalım: Sayın Yazgan’ın İtfaiye binasına pankart astırdığını bunun yasal olmadığını söylediğim Turgutreisliler/seçmenler, “o kadar olacak” dediler. Yolsuzluğu onayladılar. Yerel basından bir genel yayın yönetmeni, yolsuzluk yapan başkanı, “ kazansın ki, çalışabilsin” diyerek savundu. A. Server Yazgan’ ın, yıllardır, “en başarılı Belde Belediye Başkanı” seçildiğini de dikkate alalım ve düşünelim…
Ülkenin her bölgesinden ve farklı kültür seviyesinden insanların, gelip yerleştikleri bir belde olan Turgutreis’te yaşayanların seçim, siyaset, demokrasi, yasa ve “yasa bilinci” gibi konularda Türkiye’yi temsil ettikleri söylenebilir. “Turgutreis, Türkiye’dir” denilebilir…
Ben, yukarıda sözü edilen “okul dışı eğitim” çalışmalarını, seçim bildirgemde söz verdiğim nedenle, seçildikten sonra, ülkenin her tarafında sürdürecektim. Örneğin sokaklarda izmarit toplayacaktım. Böylece, “ bencil” ve “kibirli” seçmenlerin sokakta izmarit toplayan bir başkan hakkında ne düşündüğünü öğrenecektim. Başkan olamadığıma değil, bu merakımı gideremediğime üzülüyorum…
22 Temmuz 2007 Genel seçimlerine Muğla’dan bağımsız aday olarak katıldım. Geçerli 443.908 oyun 75’ini alabildim. Seçilseydim yukarıda sözü edilen çalışmaları ülkemin gidebildiğim her yerinde sürdürecektim. Böylece, “kibirli Türk halkı”nın sokakta izmarit toplayan bir milletvekili hakkında ne düşündüğünü öğrenecektim…
Ben, izmarit toplamaya devam ediyorum. Bu tür çalışmaları “ölünceye kadar” sürdüreceğime yıllar önce söz vermiştim. (Her kavşağa bir Galip; Sabah Gazetesi; 16. 12. 1997)
Bu arada izmarit toplamanın bir yararından da söz etmek isterim. Bu uygulama, insanı özgürleştiriyor; olgunlaştırıyor; kibrini kırıyorTEDMER (Türkiye Etik Değerler Merkezi) ile ilgili bir haberden alıntılar (*)(Cumhuriyet; 26.11.2005) ve benim düşüncelerim:
* TEDMER Yönetim Kurulu Başkanı Prof Dr. Sabih Tansel, Türkiyenin etik ve ahlaki değerler açısından sorunlu bir dönem yaşadığını belirtti. “Etik sözcüğü bile insanları korkutuyor” (dedi).
G.B.: Bize göre, insan, sencil bir varlık olabildiğinde, “etik bilinci” edinecek, “etik” sözcüğünden korkmayacaktır. Çiğ yemediği için karnı ağrımayacaktır.
* TEDMER’in yeni yönetim kurulunun, iş dünyası yerine bu kez akademisyen ağırlıklı olması dikkat çekti.
G.B.: İş dünyasının önde gelen kuruluşlarından TÜSİAD’ın yolsuzluk konusunda bilimsel bir anket yaptırdığı, ve bu anketle ilgili düşüncelerimiz yukarıda ifade edildi.
TEDMER Yönetim Kurulu yeni üyelerinin seçilişinde iş dünyası yerine akademisyenlerin tercih edilmesi de gösteriyor ki, yolsuzluk konusunda TÜSİAD da masum değil. Yolsuzluk canavarı TÜSÜAD, MÜSİAD ayırımı yapmıyor.
* Etik değerler kavramının ilk öğretim öncesi dönemde yerleştirilmesi gerektiğini düşünen TEDMER’in en son projesi; 3-6 yaş grubu için bir kitapçık hazırlayarak Türkiye’nin tüm okul öncesi kurumlarına dağıtmayı ve çocuklara bunu öğretecek öğretmenleri eğitmeyi öngörüyor.
G.B.: Diyelim ki, TEDMER üyeleri ve okul öncesi kurumlara dağıtılacak kitapçıkları hazırlayacak bilim adamları “etik bilinci” edinmiş varlıklardır. Ancak, bizler, çocuklara “etik bilinci”ni kazandıracak öğretmenlere kimin “etik bilinci” kazandıracağını, onları kimin eğiteceğini merak ediyoruz.
Bizler, yukarıda da ifade edildiği üzere, bencil bir varlığın, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız türden çalışmalar yapmadıkça, çevre, tasarruf, trafik, vergi v.b. alanlarda bilinçlenemeyeceğini saptamış bulunuyoruz….
TEDMER’in, hazırlatacağı kitapçık konusunda, bizim birikimimizden, hiç değilse bundan sonra, yararlanmayı düşünüp düşünmeyeceğini de merak ediyoruz….
* Prof Tansel, “etik bilinci”nin medya, devlet ve hükümet kademelerinde de oluşturulması gerektiğini vurguladı. Tansel, etik değerler yasası çıkarken TBMM, Silahlı Kuvvetler ve öğretim görevlilerinin kapsam dışı tutulduğunu ve geriye “zavallı halk”ın kaldığını söyledi.
G.B.: “Etik bilinci”nden söz edilebilmesi için, ”bilinç” kavramı üzerinde uzlaşılması gerekiyor. “Bilinç”, soyut bir düşünce midir, yoksa somut bir kavram mıdır? Yukarıda sözü edilen çalışmalarımızdan çıkan sonuca göre, bilinç; sorumluluk içeren, insan davranışlarında tezahür eden somut bir kavramdır.
Bilinç, sözlükte –Ali Püsküllüoğlu- “İnsanın kendisini, çevresini, ve olup biteni tanıma, algılama, kavrama, fark etme yetisi” olarak tanımlanmış. Görülüyor ki, ”bilinç, “yeti” ile sınırlı kalmış. Bizler, bu tanımı yetersiz bulduk, “sorumluluk” da ekledik. Acaba, öğrenim durumumuza bakmadan, boyumuzdan büyük bir iş mi yaptık ?...
Ayrıca, yine öğrenim durumumuza bakmadan soruyoruz: “Etik bilinci” medya, devlet ve hükümet kademelerinde nasıl oluşacak? “Etik yasası”nda kapsam dışı tutulan TBMM, Silahlı Kuvvetler, ve öğretim üyelerinin “etik bilinci”ne sahip olup olmadığına kim karar verecek ?
Bizler, Diogenes’i hatırlıyoruz ve yasa kapsamına alınan “zavallı halk” adına bu soruya cevap verecek “ insan”ı arıyoruz...
İlaveten , etik sözcüğünü kullananlara, özellikle de, bu konuda söz sahibi olduklarını düşünenlere, yine boyumuzu aşarak, aşağıda, “KONUYLA İLGİLİ BAZI BİLGİLER” bölümünde yer alan “SENCİL VARLIK VE KENDİNİ TANIMA” başlığı altında görülen “Sokrat’ın etik anlayışı”nı dikkatle okumalarını öneriyoruz.
A.Ç.: Yolsuzluk konusunda İstanbul Ticaret Odası (İTO) tarafından yapılan ankette, verilen cevaplara göre; birinci sırada hırsızlık, ikinci sırada haksız kazanç ve rant, üçüncü sırada rüşvet, dördüncü sırada popülizm gelmektedir.
G.B.: Bu ankete cevap verenler, içlerindeki “Bencillik Canavarı”nın farkında olsalardı verecekleri cevaplar bizim bulgularımızla bire-bir örtüşürdü.
TÜSİD’la ilgili olarak yukarıda dile getirilen düşüncelerimiz, yolsuzluk konusunda anket yapan İTO için de geçerlidir. TUSİAD gibi İTO üyeleri de insandır. İnsan, genelde, bencil bir varlıktır.
A.Ç.: Yolsuzluğun birçok tanımı yapılmıştır. Konferans ve toplantılarda, tanım sorununa büyük zaman harcanmıştır. Yolsuzluk tarifi zor ama fark edilmesi kolay bir olgudur. Değişik gözlemciler, belirli davranışların yolsuzluğa işaret ettiği konusunda hemfikir olmuşlardır.
G.B: Yolsuzlukların önlenmesi için bir Meclis Araştırma Komisyonu’nun ve bir Mücadele Derneği’nin kurulduğu, bu konuda büyük bir çaba harcandığı anlaşılıyor. Bizler yolsuzluk sorunuyla ilgili bulgularımızın bu kurum ve kuruluşlarca değerlendirileceğini ummak istiyoruz.
A.Ç.: Kasabasına havaalanı yaptıran bir siyaset adamı, yolsuzluk yapmış olmaktadır.
G.B.: Hava alanı yaptırmak, üniversite ya da bir fakülte açtırmak bencil siyasetçinin, (popülist politikacının) seçmenlerini avlamak/tavlamak için kullandıkları etkili araçların bazılarıdır.
A.Ç.: Yolsuzluk, ayrıca, rüşvet hediye adı altında gizlenebilmektedir.
G.B.: Trafikte “çorba parası” olarak alınışına/verilişine bakılırsa, rüşvet çok hafife alınan, çok masum (!) yolsuzluklardan birisidir.
A.Ç.: Yolsuzluk kelimesine yüklenilen anlamlar konusunda bir karışıklık yaşanmaktadır.
G.B.: Sorumlusunun “Bencillik Canavarı” olduğu yolundaki saptamamızın yolsuzluk kavramına yüklenen anlam karışıklığına son vereceğini düşünüyoruz.
A. Ç.: Son yirmi yıldır uygulanan ekonomik politikalar yolsuzluğun artmasına yol açmış büyük bir sorunun ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak karşımıza çıkmaktadır.
G.B.: Bu hastalığın kaynağı ve nasıl mücadele edileceği ile ilgili düşüncelerimiz ve öngördüğümüz tedavi yukarıda ifade edildi.
A.Ç.: Günümüzde yolsuzlukla birlikte artan ahlaki çöküntü, demokrasiye ve hukuk sistemine olan güveni zedelemektedir.
G.B.: “Bencil varlıklar”, “sencil varlıklar” olmayı becerebildiklerinde, bir başka deyişle, “Benciller Dünyası”, “Senciler Dünyası”na dönüşebildiğinde, yalnız demokrasi, hukuk ve adalet değil, evrensel değerlerin tümü rayına oturacaktır.
A.Ç.: Ekonomik ve siyasal gelişmeyi tehdit eden, demokrasi ve erdem özlemlerini çökerten, insanlığı uygarlığın başladığı zamandan beri kemiren bu hastalık, uluslararası bir nitelik kazanmış durumdadır.
G.B.: Bu hastalık/bu illet “Benciller Dünyası” sakinlerinin, kendi başlarına ördükleri bir çoraptır. Yaşanmakta olan sorunlar ekilenin biçildiğinin kanıtlarıdır.
A.Ç.: Yolsuzluğun hem ulusal hem uluslar arası alanda öncelikli bir konu haline gelmesiyle, ulusların birlikte ortak davranış standartları geliştirmeleri ihtiyacı doğmuştur. Uluslararası işbirliği yolunda önemli adımlar atılmış, işbirliği mekanizmaları da oluşturulmaya başlanmıştır.
G.B.: “Benciller Dünyası” sakinlerinin işbirliği yapmaları düşünülemez, işbirliği tabiatlarına aykırıdır, yapılanlar yapaydır. Yukarıdaki açıklamalarımız, bu konuda yol gösterebilir. Bizler, bu konudaki birikimimizi ilgililerle paylaşmağa hazırız.
A. Ç.: Yolsuzluğun geçmişi, insan topluluklarının yöneten-yönetilen olarak kendi içinde ikiye ayrılmasına kadar uzanır. Yöneten-yönetilen ayrımının olmadığı bir toplumda kamusal içerikli yolsuzluktan söz etmek de imkansızdır.
G. B. : “Senciller Dünyası”nda yöneten yönetilen ayrımı olmayacak, buna ihtiyaç kalmayacaktır. “Senciller Dünyası” sakinleri hem yöneten, hem yönetilen olacaktır.
Yöneten sözcüğü, bana yaşadığım bir olayı hatırlattı: İstanbul Taksim’de, kımızı ışıkta geçen yayaları uyarırken, o günlerde İstanbul’da Emniyet Müdür yardımcısı olan, halen Ankara Emniyet Müdürü olarak görev yapan Ercüment Yılmaz beni gözaltına aldırdı. (Kırmızı ışık eylemcisi göz altında; Milliyet; 22 Nisan 1998)
Ercüment Yılmaz bu tutumunu, sonraki yıllarda, Ankara’da yaptığımız çalışmalarda da sürdürdü. Çalışmalarımızı engellemeye çalıştı.
Sayın Yılmaz’ın, benzer çalışmalar yapmak ya da bizim çalışmalarımızda yer almak isteyenleri caydıran bu davranışının ülkeye neye mal olduğunu, nasıl değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmekte güçlük çekiyorum.
A.Ç.: İki bin yıl önce Hint Kralı. Yedi yüzyıl önce, Dante yolsuz davranışlara duyulan nefreti yansıtmıştır.
G.B.: M.Ö. IX yüzyılda yaşamış olan Xentius’a ait bir yazıtta; “Ahlaksızca kazanmaktansa onurunla ve dürüstçe kaybet, çocuklarına bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür” denildiği görülüyor.
Bu kaynaklar da gösteriyor ki, yolsuzluk illeti insanla yaşıt bir olgudur. İnsanla/uygarlıkla yaşıt bir sorunun çözümünde yer almanın, “Senciler Dünyası”nı kurmak için çalışmanın “misyon” olduğuna inanıyoruz…
A. Ç. : Osmanlı Devletinin son dönemlerinde de yolsuzluk ve rüşvet hakimdir. Bu dönemde, kendileri de birer yönetici olan yazarlar konu hakkında çok sayıda eser yazmışlardır.
G.B. : Her ırkın, her dönemin hastalığı “Bencillik İlleti”nin Osmanlı toplumunu etkilememesi beklenemezdi. A. Ç. : İnsanoğlunun bugün ulaştığı evrim düzeyi, Tanrı ve Cehennem korkusunun insanoğlunu dürüst olmaya yöneltmediği bilinmektedir. Kültürün, etiğin ve yasaların daha etkili olduğu da bilinen bir olgudur.
G. B. : “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır”, “Ödediğin vergi sana hizmet olarak dönecektir” ve “vergi kalkınmanın temelidir” şeklindeki duyuru ve çağrılar “bencil varlık”ın, “eşref-i mahlukat”ın bu kutsal görevi ciddiye almasını sağlayamıyor, ne yazık ki.
Müftülüklerin “KAMU HAKLARI” (vergi) ile ilgili bir hutbesinde söylenenler: “ Devletin yapmak zorunda olduğu saymakla bitmeyecek kadar çok işi vardır. Vergi olmadan devletin bu hizmetleri yapması mümkün olur mu? Devletin sağladığı imkanlarla servet edinen kişiler, vergi kaçıranlar, kul hakkı yemiş, kazançlarına HARAM karıştırmış olurlar“.
A. Ç. : Yolsuzluğun en çok kullanılan en basit tanımı Dünya Bankası'nın kullandığı tanım… büyük özel teşebbüslerde, ….. bir kişi, partisi, sınıfı, grubu, dostları ….. için de yolsuzluk yapabilmektedir.
G.B. : Yolsuzluğun tanımından çok, nedenleri, hangi amaçla yapıldığı üzerinde durulmalıdır. A.Ç. : Rapor alarak tatile giden, ihtiyaç yok iken görevlendirme çıkaran bir kamu çalışanı, bakanların seçim bölgelerine yaptığı yatırımlar bir tür yolsuzluktur.
G.B. : “Bencillik /Yolsuzluk Canavarı”nın çalışan-çalıştıran ya da yöneten-yönetilen ayırımı yapmadığı, her “bencil varlık”a musallat olduğu yukarıda ifade edildi.A.Ç. : Bu tespitlerden hareket ile yolsuzluk gibi bilimsel olarak çok az irdelenmiş olan bir kavramı ayrıntılı olarak, tanımlamadan ve sınıflandırmadan, üzerinde çalışma yapmak ve bilimsel sonuçlar çıkarmak ise mümkün değildir.
G.B. : Yolsuzluğun tanımından çok, nedenleri ve hangi amaçla yapıldığı üzerinde durulmasının önemli olduğu yukarıda ifade edildi. Bu sonuçlar “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmalardan çıkarıldı… SON SÖZ: Yolsuzlukla ilgili tesbit, öneri ve görüşlerimizin değerlendirilmesini bekliyoruz.
Galip BARAN
HABİTAT Yurttaşlık, Bilinç, Sencilik, Yolsuzlukları Önleme ve Yasa Bağımlıları Kozaları Kolaylaştırıcısı
***
KONUYLA İLGİLİ İLAVE BİLGİLER:
( 1) SENCİL VARLIK - BENCİL VARLIK:
“Olup biten, her türlü yanlış iş, davranış ve haksızlıktan kendini sorumlu tutma” yı ve “bu sorumluluğun gereğini yerine getirme” yi ilke edinmiş olan “sencil varlık”, başkalarının göremediklerini görür, düşünemediklerini düşünür, anlayamadıklarını anlar, yapamadıklarını yüksünmeksizin yapar.
Sencil varlığın neler yaptığını, nasıl yaşadığını görenler, takdirlerini, “herkes senin gibi olsa” bu ülkede her şey düzelir”, “senin gibilerin sayısı çoğalmalı” diyerek ifade ederler. Aralarında “sen ibadet ediyorsun” diyenler de olur. Ne var ki, onu övenler benzer şekilde davranamazlar/ ibadet edemezler. Bu onlara zor gelir. Önerildiğinde ise, “işim çok”, “vaktim yok”, “başım ağrıyor” benzeri mazeretlere sığınırlar.
“Bencil bir varlık”ın “sencil” olabilmek, diğer deyişle, “NEFS”iyle başedebilmek için yapması gereken ilk, BELKİ DE TEK ŞEY, örneği aşağıda görülen, “Yurttaş”ın Andı’nda sayılan alanlarda, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız türden bir çalışma yapmak ya da böyle bir çalışmanın içinde yer almaktır.
(2) “YURTTAŞ”IN ANDI :
Ben, …… ……….
Bundan böyle:
(A) Aşırı tüketmeyeceğime, vergi kaçırmayacağıma, çevreyi kirletmeyeceğime, milli servete zarar vermeyeceğime, trafik kurallarını çiğnemeyeceğime, rüşvet vermeyeceğime/almayacağıma, imar yasasına aykırı işler yapmayacağıma, iş ahlakının korunması için çaba göstereceğime, sağlığa zararlı alışkanlıkları önlemek için çalışacağıma, “her şeyi devletten bekleme” alışkanlığından kurtulmak için elimden geleni yapacağıma,
Diğer deyişle, KIRMIZIDA DURACAĞIMA,
(B) Sayılan alanlarda KIRMIZIDA GEÇMEK isteyenleri “SOSYAL YAPTIRIM” olarak bilinen yöntemle uyaracağıma, ayrıca,
(C) Uyardıklarıma, kendilerinin de başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını önereceğime,
Söz veriyorum.
***
KIRMIZIDA DURMAK : “Hukuka, insana ve insan haklarına saygı gösterme” yi, daha açık deyişle, “her türlü yanlış iş, davranış ve haksızlıktan kaçınma” yı öngören bir “İLKE” dir.
SOSYAL YAPTIRIM : Kırmızıda geçeni, anında, yüzüne karşı, “utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak” tır.
***
(3) SENCİL VARLIK VE YASALAR:
Kaynak: Özgürlük, kendin olma cesareti ; OSHO; s.14
“Tüm varoluşun içinde sadece insanın kurala ihtiyacı vardır. İnsanın kurallara ihtiyacı olmasının ardındaki neden onun hayvan olmaktan çıkması, ancak henüz bir insan haline gelememiş olmasıdır. Şayet insanoğlu gerçekten insan olabilirse –lafta değil gerçekte de- hiçbir kurala ihtiyaç duymayacaktır.
Bugüne kadar bunu çok az insan, örneğin, Sokrates, Zerdüşt, Bodhidharma gibi adamlar hayata geçirebilmiştir. Eğer tüm toplum hakiki anlamda insan olma yönünde evrim geçirebilse, dünyada sevgi olacak ama kanuna gerek kalmayacaktır.
Sorun, insanın hayvanın sahip olduğu doğal davranışları yitirmiş, henüz doğal hali de elde edememiş olmasından; bu nedenle kurallara, kanunlara, hükümetlere, mahkemelere, ordulara, polis gücüne ihtiyaç duymasından, bir başka deyişle, kendisini köleleştirmiş olmasından kaynaklanmaktadır.
***
(4) SENCİL VARLIK VE YASA BAĞIMLILIĞI:
“YASA BAĞIMLISI” olmak isteyenler, işe; 1996 yılında, Bodrum’da, yayalarla ilgili trafik ışığıyla donatılmış kavşaklarda, Trafik Yasası’nın yayalarla ilgili kırmızı ışık kuralını “örnek kural” seçerek başlattığımız “okul dışı eğitim” çalışmasında geliştirdiğimiz “Trafik terörüne son verme ve demokrasiyi tabana yayma” projemizin uygulamasında yer alarak başlayabilirler.
Bu uygulamada yer alarak kırmızı ışıkta geçenleri “SOSYAL YAPTIRIM” olarak tanımladığımız yöntemle uyaranlar, zamanla, “KİBİR CANAVARININ KÖLESİ” olmaktan kurtulup, “KENDİLERİNİN POLİSİ” olduklarını fark edebilirler. Aralarında polislerin de bulunduğu her kesiminden insanı uyarmaya başladıklarında ise, “POLİSLERİN DE POLİSİ” olduklarının görebilirler.
Sözü edilen projenin uygulamasında yer alma yürekliliğini gösterebilenler; zaman içinde, yeni bir “BİLİNÇ” anlayışı geliştirdiklerini, yalnız “TRAFİK BİLİNCİ” değil, “YASA BİLİNCİ” de edindiklerini, hatta biraz daha olgunlaştıklarında “YASA BAĞIMLISI” olduklarını da görebilirler …
YASA BAĞIMLILARI” yeterince çoğaldığında; “birlik beraberlik”in ilk adımlarının atılacağına “YURTTA BARIŞ” ın sağlanacağına ve kuramsal olarak, “ne polise, ne yasaya, ne Adalet, ne de İçişleri Bakanlıklarına gerek kalmayacağı” savunulabilir…
Bir Yunus’un, bir Mevlana’nın izler bıraktığı bu ülkede her taşın altından bir “YOLSUZLUK CANAVARI” çıkıyorsa, şiddet sürekli artıyorsa, haksızlıklar önlenemiyorsa, bu ülkede yaşayanların, “YASA BAĞIMLISI” olmak için de çaba göstermeleri gerekir...
***
(5) “SENCİL VARLIK” VE YÖNETİMİ DENETLEME SORUMLULUĞU:
Kaynak: Siyasal katılma ve yerel demokrasi; M. Akif Çukurçayır; S. 108
Bir ülkede yasalar çok güzel yapılabilir. Çok rasyonel organizasyonlar gerçekleştirebilir. Siyasal ve toplumsal sistem kusursuz işliyor görünebilir. Bütün bunlar, etkili bir denetim sisteminin olmadığı toplumlarda, bir noktadan sonra anlamsızlaşır. Çünkü, denetimin olmadığı yerde bozulma ve çözülme kaçınılmazlaşır. Yasal denetim de çoğu kez yetersizdir. Bu yüzden, yönetsel süreçleri halkın sürekli izleyebileceği ve denetleyebileceği bir yapıya kavuşturmak gerekir. Bu yaklaşım benimsendiği zaman, “saydamlık” ilkesi korunmuş olur
***
(6) SENCİLLİK VE MEVLANA:

Kaynak: Bilinmeyen Mevlana; Kozmik Yayınları; Burhan Yılmaz; s. 116
Mevlana’nın Mesnevisi’nden bir parça: Birisi geldi; bir dostun, bir sevgilinin kapısını çaldı. Sevgilisi ‘kimsin, a güvenilir er’ dedi.
Adam, ‘Benim’, deyince, ‘Git!’ dedi, ‘şimdi zamanı değil; bu sofrada ham kişinin yeri yok.’ Ham kişiyi ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir; iki yüzlülükten ne kurtarabilir” dedi sevgilisi.
O yoksul gitti, tam bir yıl yollara düştü; sevgilinin ayrılığıyla kıvılcımlar saçarak cayır cayır yandı. O yanmış yakılmış kişi pişti, olgunlaştı. Geri geldi, gene sevgilisinin evinin çevresine düştü.
Yüzlerce korkuyla, yüzlerce defa edebi gözeterek kapısının halkasını çaldı; ağzından edebe aykırı bir söz çıkacak diye korkup duruyordu.
Sevgilisi,’kapıdaki kim?’ diye bağırdı. Adam, ‘A, gönüller alan!’ dedi, ‘Kapıdaki Sensin!’
Sevgilisi, ‘Madem ki bensin, Gel, içeriye gir!’ dedi; ev dar, iki kişi sığmıyor.”
G.B. : Bizler, başlangıçta eve alınmayanın “bencil bir varlık”, daha sonra alınanın “sencil bir varlık” olduğunu düşünüyoruz.
***
(7) SENCİL VARLIK VE EİNSTEİN:
Kaynak: “Bilgin ve Bilge”; Ataol Behramoğlu; Cumhuriyet Gazetesi; 5. 08. 2000
“Ben hiçbir zaman huzur ve mutluluğu erek olarak görmedim… Benim yolumu aydınlatan ve bana defalarca yaşamla neşe içinde yüzleşme cesareti veren ülküler İyilik, Güzellik ve Doğruluktur….. Yeniden nasıl yaşayacağımı tasarlasam bilimci, akademisyen, ya da öğretmen değil, mevcut koşullarda hala var olan küçücük özgürlüğü bulabilmek umuduyla muslukçu ya da seyyar satıcı olmak isterdim.
Einstein’in düşünceleri içinde başkaları için yaşama kavramı, denebilir ki en geniş yeri tutuyor ve bu kavramın özveriyle ilgisi yok. Çünkü insan olmamızın ve mutlu olmamızın koşuludur bu: sadece başkaları için yaşanan bir hayat, yaşamaya değer bir hayattır. Bir insan kendi yaşamını dikkate alır da türdeşi yaratıklarınkini almazsa o sadece mutsuz değildir, aynı zamanda yaşamla da hemen hemen hiç uyuşmaz. Her gün, kendime, içsel ve dışsal yaşamımın öbür insanların emeklerine dayandığını, anımsatırım ve aldığım kadarını vermeye çalışırım ki hala almaktayım.
Gandi’yle birlikte ‘zorunlu askerlik hizmetine karşı manifesto’yu imzalayan, Freud’la savaş karşıtı bir manifesto yayımlayan Einstein, sürekli barışın sağlanması için tek yolun ‘bir dünya hükümeti kurulması’ olduğu inancıyla ABD hükümetini etkilemeye çalışıyor. ‘Uygarlık ve insan nesli için tek kurtuluş, dünya devletinin kurulmasında yatar’. ‘Dünya devletini destekliyorum.’ ‘Eğer dünya devleti fikri gerçekçi değilse o zaman geleceğimizin tek bir gerçekçi görünümü vardır: İnsanın insan tarafından yok edilmesi.’ ‘Bireylerin bozulmasının kapitalizmin en kötü günahı olduğunu düşünüyorum. Açgözlü bir başarıya tapmak için eğitilen öğrenciye abartılı bir rekabet tavrı aşılanmaktadır’. Bugün insanların ahlaki tavırlarındaki korkutucu bozulma, yaşamlarımızın makineleşmesi ve insanlıktan çıkmasından kaynaklanmaktadır.’
G. B. : Görülüyor ki, Einstein da, “bencil varlık”ın yol açtığı felaketten söz etmekte. Çözüm olarak bir “dünya devleti” önermekte, bizim deyişimizle “Senciler Dünyası”ndan söz etmektedir.
***
(8) SENCİL VARLIK, SOKRATES VE KENDİNİ TANIMA KAVRAMI:
Kaynak: Sokrates; Louis-Andre Dorion; s. 62
Sorumlu bir politikacı olabilmek için insanın kendisini çok iyi tanıması gerekmektedir. Bu “kendi” kavramı, sahip olunan şeyleri, ruhun sahip oldukları (erdemler), bedenin iyelikleri (sağlık, güzellik, güç) ve dışsal sahip olunanlar (zenginlik, zafer) biçiminde üçe ayıran doktrinle sıkı bir ilişki içinde olup, Sokrates’in etik anlayışında belirleyici rol oynar. Ancak bedenin sahip olduklarıyla dışsal iyelikler, kayıtsız koşulsuz bir biçimde daha üst bir sahip olunanın; daha açığı ruhun iyeliğindeki bilginin/erdemin emrinde olmalıdırlar.
Erdem zenginliklerden gelmez, ama tüm zenginliler erdemden gelir.
G. B. : Sokrates’e göre, bir ülkenin yönetimine talip olanların/politika erbabının kendilerini çok iyi tanımaları gerekiyor.
Bizler kendimizi yukarıda açıkladığımız çalışmalar sayesinde bayağı tanıdık. Günden güne daha da tanımaktayız.
Şimdi, kalksak, Türkiye’yi yönetmeye talip olanların, bizimkine benzer çalışmalar yapmaları, benzer bir süreçten geçmeleri gerekir DESEK, ayıp mı olur, acaba ?

1 yorum:

* dedi ki...

Sınav itirafları hakkında: Geç kalmış bir hasbihal 3 Yazar Ahmet Dönmez ahmetdonmez.net ...nice insanlar haksız yere ‘soru çalma’ iddiası ile gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.Neden?Eski Genelkurmay İstihbarat başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin,Youtube’daki Neyin Nesi TV’de yaptığı açıklamada:“Bu çocuklar tam da komuta kademesinin istediği çocuklar.Yani zeki,‘emredersiniz’diyor,çok fazla eleştirmiyor,her türlü görevi yapıyor.Bunların hepsi çok çalışkan insanlar olmuşlar, yani bana da deseler şimdi‘Kimleri seçeceksin?diye, onlardan seçerim.“Soru verme de orada sistematik olarak yapılan bir uygulamaydı.Kesin konuşuyorum,evet.Çünkü ‘soru çalma’ iddiaları gerçek, biliyorum.Hem “Soruları aldım” diyen hem de “Soruları verdim” diyen onlarca isimle konuştum.Dinlediklerimin doğruluğunu farklı kaynaklardan teyid ettim.Müstear adıKerem’in kastettiği vicdan azabı veren bu işler arasında soru verme de vardı.“Mesela bir arkadaş GATA’ya girecekti.Sorular verildi” diyor.Peki sorular nasıl veriliyordu?Müstear adı Polat… Bu kısmını da ondan dinleyelim: Bu soru çalma meselesiYüzde yüz canım!Ben kendim kaç tane öğrenciye verdim.İçinde olmasam ben de komplo teorisi derim.İsmi bile var bu işin: ‘Fetih okuma’. Sınav sorularını vermenin şifreli adı ‘Fetih okuma’dır.”Polat,işleyen sistemle ilgili şu tür detaylar veriyor:“Ben kendi baktığım birim için söyleyeyim. Mesela kurum içi sınavlar oluyor. Terfi sınavları. Arkadaşlardan uygun gördüğümüze diyoruzki,‘Bu sınava başvur.Şu şu kitapları al, şu testleri al, çalış’.Bunu söylerken işyerinde çalışması özellikle vurgulanır.Böylece herkes onu çalışırken görür.O sınava gireceğini herkes bilir.Hiç bir zaman kişiye,‘Sana soru vereceğiz, rahat ol, sıkıntı yok’demeyiz.Arkadaş zaten sınava hazırlanır.Sınava bir veya iki gün kala Fetih okuma olayı gerçekleşir.Sorular bize yukarıdan dijital ortamda gelir.Diyelim ki 100 soruluk sınav; A paketinde 70 tane soru, B paketinde 70 soru, C paketinde 70 soru var ama bunlar aynı 70 soru değil. Birbirinden farklı 70 soru, ki aynı şıkları işaretlemeleri tedbirsizlik olur. Sonra dijital ortamda sorular verilir.Kağıt kalem kullanmak yasaktır.Arkadaş iki-üç saat bilgisayar ortamında sorulara ve cevaplarına bakar.Yüz sorudan yetmiş tanesi moda-mod sorudur.10 tane,15 tane de kendisi yapsa başarılı bir şekilde sınavı kazanır. 100 sorunun hepsi verilmez.Çünkü hepsini doğru yapar, bu da tedbir açısından sıkıntı doğurur.Zaten baraj70’tir.Belki sorular verilmese de arkadaş kazanacak ama riske edilmiyordu. Diyelim ki oraya 30 kişi alınacaksa 30’unun da bizden olması isteniyordu.17Aralık sürecinden sonra sorular dijital gelmemeye başladı.Peki bu sorular nereden geliyordu?Polat“Başımızdaki kişiden geliyordu.Ancak sadece askeri okul sınavları değil.KPSS,TUS,YDS(Yabancı Dil Sınavı) da geliyordu.ALES de geliyordu.Hepsi geliyordu.ÖSYM’nin yaptığı sınavların soruları da geliyordu.Ben konumum itibariyle bunların hepsini bilgi ile söylüyorum size.”cevabını veriyor.Müstear adı Halil“Ben bu göreve gelince hep merak ettiğim, ‘soru çalma’ şayialarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığını öğrenmek istedim.Eskiden beri bu hizmetlerde bulunan bir arkadaşla yürürken,‘Sınav soruları meselesinin de amma suyu çıktı ha!’ dedim.Arkadaş beni o birimde eski zannetti ve dedi ki, ‘Hocam eskiden biz sinevizyondan yansıtır yemin ettirirdik, şimdi ise sorular elden ele dolaşmaya başladı’Ben meseleyi biraz daha kurcalayınca arkadaş dedi ki, ’17-25’ten sonraki yıl bile falanca sınavda bu iş devam etti. Bazı branşlarda 12-13 yıldır, bazılarında 7-8 yıldır soruları veriyoruz.’ diye anlattı.Meğer yıllardır bu iş yapılıyormuş.Başımızdaki arkadaş bana dedi ki,‘Abi bunlar konjoktürel şeyler.Türkiye’nin gerçekleri bunlar.Abiler mutlaka Hocaefendi’nin onayını almışlardır.’Bu son 4 yılda soru aldığını ve verdiğini bizzat söyleyen onlarca kişi ile konuştum.Tanıdığım bir aile, bu soru çalma mevzuundan dolayı travma yaşıyor.Başından beri iddiaların gerçeği yansıtmadığını savunan bu aile, geçtiğimiz günlerde kendi oğullarının,“Biliyor musunuz, polis akademisi sınavlarının soruları bana verilmişti” itirafı ile sarsıldı.