3 Ocak 2009 Cumartesi

ORTAYA BİR YAZI (*)
Ey Muhatap!
Biraz önce İstanbul’dan bir dostum, 40 yıllık arkadaşım, Akın Yılmaz telefon etti. Yeni yıl dileklerini iletti. Mutad sohbetten sonra sıra, mesleğimle ilgili olarak yazdıklarımın eleştirisine geldi. “Gına geldi” demedi. “Tekrardasın” dedi, nazikçe…
Yılmaz haklı, ama başka türlü yapamam, herkes gibi ondan-bundan duyduğumu, orada-burada gördüğümü ya da okuduğumu yazamam ki. Örneğin, Bekir Coşkun gibi “nakliyeci” olamam ki. Okurlarına “helal olsun” dedirten “kitabi bilgi” aktaramam ki. O konuda yeteneğim de hevesim de yok. Sonra, öylesi yazarlar o kadar çok ki…
Arada sırada ben de “nakliyecilik” yapıyorum. Çalışmalarımdan söz ederken Kur’an’dan, Sokrat’dan, Erich Fromm’dan, Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal’dan yararlanıyorum. Bu hataya, beni daha kolay anlarlar diye düşüyorum…
Benim mesleğim, ki rakibim yoktur, başta kendim olmak üzere insanla uğraşmaktır. Çalışmalarımı görenlerin “herkes senin gibi olsa”, “senin gibilerin sayısı çoğalmalı”, “sen bizim için, sen insanlık için çalışıyorsun”, “hakkın ödenmez” benzeri cümlelerle övmelerine bakılırsa, kendimle uğraşma konusunda başarılı olduğum, nefsimle baş edebildiğim söylenebilir...
Ben; nefsimle baş edebilmemi sağlayan mesleğimde edindiğim “tecrübi bilgi”yi dile aktarmak için yazıyorum. Belki okuyanlar da yararlanırlar, belki onlar da benim gibilerin sayısını çoğaltmak için, nefslerinin esaretinden kurtulmak için çalışırlar, umuduyla yazıyorum. Onlara örnek olmak için yazıyorum. İşte, bunu yaparken “tekrar”a düşüyorum…
En yakınlarım “tekrardasın” diyebildiklerine, başkalarına örnek olma konusunda başarılı olamadığıma, mesleğimin bu boyutunda yaya kaldığıma göre, napçez muhatap, söyle!
Keşke, bu konuda “tekrara” düşmeden yazacak bir babayiğit çıksa, şu andan itibaren tek kelime yazmayacağıma, ömür boyu susacağıma söz verebilirim. Buna hazırım.
Amma! Böyle birisi, örneğin yukarıda sözünü ettiğim Bekir Coşkun gibi bir yazı ustası ortaya çıkmadıkça, bu sorumluluğu üstlenmedikçe, elini taşın altına koymadıkça, mesleğimi terk edemem başka türlüsünü yapamam. Bananeciliğin böylesine vicdanım izin vermez…
En yakınımdakiler bile beni anlamadıklarına göre, bu iki ucu şeyli durumdan beni kurtarma sorumluluğu senin, Ey Muhatap! Ama, lütfen, sen de bazı dostlarım gibi beni öveceksen, kalsın!. Böylesi bir “kurtuluş”a razı değilim…
Demek ki, senin de, “en başta kendinle olmak üzere, insanla uğraşma mesleği”ne soyunman, benim gibilerin sayısını çoğaltmak için çalışman, beni izlemen gerekecek. Ama, “izindeyiz” diyenlerin neyin izinde olduklarını da unutma sakın…
Seni de bir başkası izlerse, bunu başarabilirsen, Üç Ahbap Çavuşlar olursak, ne mutlu bize. Başta Yüce Tanrı olmak üzere, dünya alem teşekkür eder önce ikimize, sonra üçümüze ...
Bu kadar basit, Ey Muhatabım!
Galip BARAN
(*) : Saldım Çayıra Mevlam Kayıra !
***
SORUMLULUK VE PROFESÖRLER…
Çağdaş idealist varoluşçuluk öğretisi; sorumluluk kavramına, metafiziğin törebilimsel ve tanrıbilimsel anlamını ve öznel ölçülerle değerlendiren anlayışını aşan bir anlam vermiş ve özgürlüğün zorunlu sonucu saymıştır. Özellikle Fransız düşününü Sartre’ın deyimiyle insan “özgürlüğe mahkum” olduğundan ötürüdür ki sınırsızca sorumludur. Hem de öylesine sorumludur ki sadece kendinden değil, tüm dünyadan sorumludur. (*)
* * *
Her kavşağa bir Galip! “Sadece kendinden değil, tüm dünyadan sorumlu”, bir başka deyişle, “Toplumsal Sorumluluk Bilinci”ne sahip bir Galip! (“Her kavşağa bir Galip”/ Sabah/ 16. 12. 1997)
Her kavşağa bir Galip bulamayız. O kadar çok Galip yok bu ülkede. Bilinç Üniversitesi’ni kuruduğu halde, önerdiğimiz Prof. ünvanını kabul etmeyen, Baş-amele olduğunu savunan, Galip sayısı henüz iki bile değil…
Oysa, bu ülkenin yetiştirdiği Prof. sayısını bir düşünün. Küçük bir Prof. Ordusunu kurmak işten bile değil. Böylece, “Her kavşağa bir Prof.”la işe başlayabiliriz, işe. Bütün mesele “sadece kendinden değil, tüm dünyadan sorumlu” Prof.’ları bulmakta, onları harekete geçirebilmekte, çözüm…
O sorumluluğu üslendiklerinde, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümseyeceklerini; Bilinç Çağı”nın başlayacağını; “kansız kavgasız bir devrim”in gerçekleşeceğini; “Bilinç Devrimi”ni hayata geçeceğini bilseler, buna inanabilseler, işte o zaman kurulabilir bir Prof. Ordusu…
Prof. Ordusu da, kavşaklarda çalışmaya başladıklarında gözaltın alınabilirler Galip Baran gibi. Ankara Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz tarafından. ( “Kırmızı Işık Eylemcisine Gözaltı/ Milliyet/ 22. 04. 1998)
Ama dert değil . Bu tür tepkiler, sayın Prof’ların da “Toplumsal Sorumluluk Bilinci” edinmelerini sağlayacak, onların da “yasa bağımlısı” olmalarına yol açacaktır. Belki onlar da, bir taraftan eleştirirken, diğer taraftan, teşekkür de edebilirler, Ercüment Yılmaz gibilerine, gözaltın alındıkları için Galip Baran gibi…
(*) (Metnin aslı) : Sorumluluk, metafizikte törebilimsel ve hukuksal anlamda kalmış, özellikle de tanrı buyruğu ve bireysel bulunç gibi tanrıbilimsel ve öznel ölçülerle değerlendirilmiştir. Çağdaş idealist varoluşçuluk öğretisi, ona büsbütün aykırı bir anlam vermiş ve özgürlüğün zorunlu sonucu saymıştır. Özellikle Fransız düşününü Sartre’ın deyimiyle insan “özgürlüğe mahkum” olduğundan ötürüdür ki sınırsızca sorumludur. Hem de öylesine sorumludur ki sadece kendinden değil, tüm dünyadan sorumludur. (Felsefe Sözlüğü/Orhan Hançerlioğlu/s.380):
***
SEVGİ ? ! ? ! …
Bilinç Üniversitesi, kadınların 29 Mart seçimlerinde belediye başkanlığı için bağımsız olarak aday olmaları konusunda ülke genelinde bir kampanya başlattı. Ülkenin geleceğini belirlemede kadınların inisiyatif almalarını hedef alan bu girişimin nedeni, kadınlarımızın, ana olarak,“ANDIMIZ” yer alan “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”nin gelecek nesillere kazandırılmasında oynayacakları roldür. Avantajlı konumda oluşlarıdır...
Gerçek anlamda bir devlet kuramamak, bir ulus olamamak, yolsuzlukların önünü bir alamamak, uluslar arası camiada saygın bir yer edinememek, muasır medeniyeti aşamamak, “yurtta barış”ı sağlayamamak, cumhuriyet’in ….. seciyeli muhafızlarını yetiştirememek gibi sıkıntılar; sözü edilen ilkeyi özümseyemeyişimizin ödemek zorunda kaldığımız bedelidir.
Yaklaşık 20 yıl önce başlattıkları okul dışı eğitim çalışmalarında, sözü edilen ilkeyi özümsemeyi başrmış olan Bilinç Üniversitesi kurucuları kadınların belediye başkanlıklarında söz sahibi olmaları durumunda yukarıda sayılan sorunları aşmanın çok kolaylaşacağını savunmaktadırlar.
Kolay telaffuz edilen sevgi sözcüğü ilgili olarak , Ruhbilim Uzmanı sayın Ergün Arıkdal’ın aşağıdaki yazısına bir göz atalım (Evrensel İnsan/ say. 14-15):
Bizler kendimize ister istemez yalan söyleriz, kedimizi aldatan birtakım yalanlar içersinde kalırız. Sonra yanlış imajinasyonlar kullanırız. Yanlış tahayyüller içersinde kalırız. Bütün bunları kontrol altına almak gerekmektedir.
Tabii bunlar hemen kontrol altın alınacak şeyler değiller, uzun uzun çalışılması gerekir. İnsanın kendi varlığı üzerinde samimi ve ciddi bir şekilde bir atölye kurması lazımdır. Orada marangozluk, ciltçilik, tornacılık öğrenir gibi atölye çalışması yapmak zorundadır. Atölye çalışması yapmak pratik demektir. Atölye çalışması yapmadan menfi (negatif) duygularınızı ortadan kaldırmanız mümkün müdür? “ Efendim ben insanları severim, insanlar birbirini sevsin” şeklindeki düşünceler insanların kendilerini kandırmalarından başka bir şey değildir. Bunu söyleyenlerin hiçbiri aslında insanları sevmemekte, kendinden başkasını sevmemektedir. Bu tür örneklere TV’de rastlıyoruz; bazı sunucularımız sürekli olarak, “Biz insanları çok seviyoruz, sizleri çok seviyorum” gibi hayranlık ifade eden sözler kullanıyorlar. Bunlar değişik yalancı yüzler takınılarak yapılan işlerdir. Biraz ters laf söyleyin, bakın arkasından neler çıkıyor. Misallerini görüyoruz zaten. Demek ki bunlar, insanların kendilerini kandırmalarıdır, yanlış tahayyülleridir.
Gerçek samimiyet ancak tatbikatla olur, atölye çalışmasıyla olur. Gerçek sevgi de, sevmek de bir atölye çalışması gerektirir. Tıpkı tahta üzerinde oyma işleri yapan birisinin büyük incelikle o oymaları teker teker meydana getirişi gibi, en küçük bir fikir üzerinde bile hassasiyetle durmak gerekir. Atölye çalışması budur. Menfi duygulardan başka türlü kurtulunamaz. “Ben insanları seviyorum” Hayır sen insanları sevmiyorsun! Bunu söylemek de zaten aslında insanları sevmediğinin bir ifadesidir. Sık sık bunu söyleyen insanlar, insanları sevmediklerini saklamak için bunu söylerler. İnsanlar seven bir kişi bunu söylemez, bunu hareketleriyle ortaya koyar, yaptığı işlerle ortaya çıkar. Dürüst hareket eder, vicdanlı hareket eder, vazifesini yerine getirir. Düşeni kaldırır, “Benim sınıfım, senin sınıfın “ şeklinde düşünmez.
Bilinç Üniversitesi

Hiç yorum yok: